60'lardaki Woodstock festivalinin hayaliyle, filmleriyle, hikayeleriyle büyümüş bir nesil olarak 90'ların sonunda müzik festivalleriyle tanıştığımıza çok sevinmiştim. 60'lar, Bukowski, Burroughs, çiçek çocuklar, hippiler, sex drugs & rock'n roll... 90'ların sonu gelirken artık 'altın çağ'ı yaşama imkanı yoktu elbette ama yine de şansımızı zorlamaya çalışıyorduk. Önce h2000 geldi radarıma. Biz de acemiydik, organizatörler de. Sağdan soldan bulduğumuz çadırlarla cebimizde üç kuruş para giderdik festivale. Doğru düzgün içecek paramız bile olmazdı. Organizasyonda da her şey aksardı: ulaşm, konaklama, müzik, tuvalet... Tuvaletler en problemli kısım olur daha ilk saatlerde iflas eder kullanım dışı olurdu. Kilyos'ta çalılık yerler boldu neyse ki... Bir seferinde hatırlıyorum da Starsailor gelecek diye gitmiştik, ödeme mi yapılmamış ne iptal olmuştu konser. Yine de dağda bayırda çadırda konaklamak, arkadaşlarla içip yıldızların altında geceyi geçirmek güzel gelirdi... Sonra olaya Coca Cola ve Pozitif şirketleri dahil oldu. Şirketlere, kapitalizme karşıydık ama yapacak bir şey de yoktu. Hele bir de kola şirketinin yapacağı rock festivali olayı çok yumuşatıyordu. Hani rock muzik dinleyip devrim yapma hayallerimiz yoktu ama bu kombinasyon da çok abuk geliyordu. Yine de elimizdeki 'mal' buydu ne yazık ki. İlk Rock'nCoke'ta beleş biletlerim vardı elimde. Bütün arkadaşlarımı topladım festivale, çadır da kurmuştum görevli olduğumdan. Sabah erkenden başlayıp akşamın bi vaktine kadar içip durdum bu sayede. 2000'ler gelmiş çalışıp para kazanmaya başlamıştım ne de olsa. İlk Rock'n'Coke'ta karşılaştığımız bir problem var ki 2010'larda hala çözülememişti: Katılan gruplar çok zayıftı. Hatırladığım isimler Sugababes, Pet Shop Boys, Echo and the Bunnymen'e (ki çok sevmiştim onları sahnede, o ayrı) bakınca çok da heyecanlanmamamı anlıyorum aslında. Yıllar boyunca da devam etti bu hayal kırıklığı. İlk bir kaç seneden sonra artık heyecanımı iyice yitirmiştim. Zaten BarışaRock başlamıştı. Rock'nCoke'a olan tepki çok büyüktü. RocknCoke'un bütçesi Avrupa'daki festivaller ayarında bir programa izin vermiyordu kesinlikle. Barışarock da eklenince bir sene iptal ettiler RocknCoke'u. Yıllar sonra 2011'de festivaller de küreselleşti. Sonisphere sadece bir ülkede değil turneye çıkıp bir çok Avrupa ülkesinde düzenlenmeye başladı. Yıllardır Rammstein'ı bekliyordum ve bu fırsatı kaçırmadım. Bu sefer çadır-kamp-doğa yoktu. Beşiktaş İnönü Stadyum'undaydı festival. Hoş bir konser olması dışında bir anlam ifade etmedi ne yazık ki. Aynı yaz RocknCoke yeniden başladı ve bu sefer arabanın arkasına yüklediğimiz çadırla gittik RocknCoke'a. Yaş sınırının 16 olduğunu teyit edip yeğenimi de aldım yanıma; hatta yeğenim bahane oldu 30'dan sonra festivale gitmek için. Decathlon'da ucuz çadır ve mat bulduk. 2 kişi 2 günlük sınırsız bilete 300 TL ödedik. Yılların deneyimiyle çadırı sınırdaki paravanların dibine kurduğum için sabah 2 saat fazla uyuyabildik ama güneş büyük bir problemdi, festivalde gölgelik alanların toplamı çok azdı ve gündüz yapacak hiç bir şey yoktu. 30 yaşından sonra da her ne kadar tüm lüksü sağlasan da festival şartları zorluyor adamı. Kim bilir kaçıncı kez "yeter artık bir daha gelmeyeyim festivale" diyerek ayrıldım RocknCoke'tan. Program yine zayıf kaçmıştı. Ben de biraz yaşlı sanırım... Bir uyumsuzluk olduğu kesin. Bundan sonra tatilimi uydurursam Avrupa'daki büyük festivallerden birine gitmek anca paklar beni sanırım. Bir de Burning Man var tabii ki. Onu pek müzik festivalinden saymıyorum gerçi. Sorunun bende mi buradaki festivallerde mi olduğunu başka türlü anlayamayacağım... Bakalım belki yakın zamanlarda yurtdışı festivalleriyle karşılaştırırım Türkiye'dekileri belli mi olur. Fotoğraf Listesi: 1- RocknCoke2011 2- RocknCoke'a sandalyeleriyle gelenlerin keyfi 3- Kadayıf kokan yaşlı herif Sonicsphere'de 4- Sonicsphere sahne 5- RocknCoke'ta çadırdan sahneler
Olympos 90'larda el değmemiş kabul edilip özellikle üniversite gençliği arasında popüler olan ama her yer ve her zaman olduğu gibi sonrasında 'bozan' tatil yerlerimizden biridir. Benim ilk gidişim 90'ların sonlarına rastlar. Sonrasında defalarca ziyaret ettiğim olympos'a her seferinde "bi daha gelirsem!" deyip de ayrılmış olmam da ilginçtir tabii... Olympos; ağaç evleri, bungolovları, alternatif tipleriyle meşhurdur. Kadir'in ağaç evleri zamanında her şeyin merkeziyken şimdi popüler bir yer olarak kalmıştır. Ucuz fiyata doğayla barışık tatil yapmak, etrafta çoluk çocuktan ailelerden ziyade kendi yaşıtın tiplerle takılmak için gidilirdi eskiden Olympos'a. Ha ben ilk gittiğimde de aynı laf konuşulmaya başlamış "olympos bitti abi eskiden ne şahaneydi buralar" söylemi çoktan tedavüle sunulmuştu. Rock müzik alternatif, elektronik müzik henüz yaygınlaşmamış, sahile gitmek için para ödeme zorunluluğu henüz başlamamıştı. İster çadır kur ister ağaç evlerde konakla üç beş kuruşa kalır Kadir'in o kötü yemeklerini yer Anzakları anmaya gelen Avusturalyalılarla bahçede yayılıp sohbet ederdik. Sabahlara kadar içilir, sahilde ateş yakılır, etrafta uyuşturucunun kol gezdiği konuşulurdu. Bu arada Bayram, Şaban ve Türkmen de popüler mekanlar olmaya başladılar. Öküz Bar dışında pek bi mekan yokken Gölge açıldı, canlı müzik ve konserler başladı. Sonra zamanla beraber gelen tipler de değişmeye başladı. Arabayla olympos'a gelmek çok ekstrem bi durumken 2000'li yılların ilk on senesi biterken araba park edecek yer bulmak çok zorlaşmıştı Olympos'ta. Peki ne yapılır Olympos'ta? Otelde kalmaktansa doğayla daha barışık ağaç evlerde kalınır, isterseniz dağ bayırda yürüyüşe çıkılır. Akşamları Yanartaş'a gezi düzenlenir ve karanlıkta yürüyerek yerden sızan doğalgaz ateşinde demlenen çay içilir, sağa sola düzenlenen tekne turlarına katılınır... Olympos'ta deniz kıyısına gitmek için tek yol antik kentten geçmektedir. Antik kent de koruma altında olduğundan giriş çıkışta para vermek zorunludur. Aslında kimsenin antik kentle ilgisi yoktur ama denizde yüzmek için bilet almak mecbur tutulmaktadır. İşte gençliğimizde bu zorunluluğun canımızı sıktığı bi seferinde denizi arkamıza almış sinirli sinirli pansiyonumuza yürürken dağlardan geçme fikri gelmişti aklımıza. Her yeri de tutamazlar ya kurumuş dere yatağını kesecek şekilde sola doğru başladık yürümeye ve ardından da dağa tırmanıp patikalar boyunca ulaştık denize. Antik kentin devamı bu dağlarda uzanıyormuş meğer, bir sürü eski taş yapı gördük bu yolculuğumuzda ve hepi topu diyeyim 2-3 lira ödememek için yaklasik yarım saat dağlarda dolaştık ama sanırım gezimizin en ilginç anılarından biri oldu bu... Bir de tabii güneşin denizden doğduğu ender yerlerden biridir Olympos. Şansınıza bulutlar kapatmazsa güneşi, denizin ortasında çıkan ateş topuna hayran kalacaksınız. Biraz serin olur sabahları yanınıza bir şeyler alıp da gidin ama... Ben de geleneği bozmayayım madem olympos'la ilgili: Bizim zamanımızda daha bozmamıştı Olympos. Şimdi sahilde geceleri bulunmak içki içip ateş yakmak da yasaklanmış. Sağlık olsun... Olympos olmazsa başka yer mi yok gidecek? Zaytung'un şu güzel haberine link vermeden bitirmek istemedim yazımı: Olimpos'ta Hizmete Giren "Fikret's Tree Houses", En Kötü Hizmeti En Pahalıya Satma İddiasıyla Rakip İşletmelerin Korkulu Rüyası Oldu Fotoğraf Listesi: 1- Türkmen'de yemek sırası... 2- Şanssız bir günde güneşin denizden doğuşunu beklerken bulutların arkasından doğduğunu gormek 3- Antik kentte denize doğru yürürken Önerilen Sayfalar: - Antalya'dan Demre, Simena, Kekova- Kaz Dağlarının Eteklerinde... - Meke Gölü ve Konya'nın Obrukları - Yataklı Trende Yolculuk - Üç Eski Rum Köyü... - Brezilya'da Karnaval Keyfi - Olinda'da 2 hafta - Hatay'ın Lezzetleri - RocknCoke Merkezinde Müzik Festivalleri - Gaziantep'te Günübirlik Yeme-İçme-Gezme - Runtalya 2012 - İğneada'da İki Gün Çadır Kampı - Uçmakdere'de Kamp ve Şarköy'e Kadar Uzanmak - Acarlar Longozu ve Maden Deresi'nde Kamp dinceryazici79@gmail.com
Bir ağustos sabahı vardım yine Trabzon'a. Geçen sene sonbaharda gelip Sümela Manastırı'na çıkmıştım bu seferki hedefim Uzungöl. Yıllardır hep duyup gitmek istediğim ancak son yıllarda etrafına yapılan duvar yüzünden çok kötülenen bu doğa harikası Trabzon'a yaklaşık 90 km mesafede. Çömlekçiler'den minibüs kalkıyormuş duyduğuma göre ama bu sefer araba kiralıyoruz. Zaten çok vaktimiz de yok...
Sahilden doğuya devam edip Of'a gelince sağa dağlara doğru Çaykara istikametine kırdık direksiyonu ve güzel dağ yolları arasından 1-1,5 saat süren bi yolculukla Uzungöl'e ulaştık. Vakti olanlar yol kenarlarındaki köprüleri görmeden dönmesinler. Şansımıza yağmur çiseliyor ve biz Ağustos sıcağından tişörtlerimizle kaçıp yağmura yakalandık. Ahmak ıslatan buna diyorduk sanırım. Size tavsiyem temmuz ağustos demeyip en azından bi şemsiyeyle yola çıkmanız. Sıcaklık o kadar problem olmuyor da yağmura yapacak bir şey yok.
Öğlen saatlerini geçmişiz, Ramazan nedeniyle etraf oldukça boş. Sezgi Restoran ve İnan Kardeşler'i önerdiler yemek için. Zaten etraf İnan Kardeşler'den geçilmiyor. Her yerde pansiyonları, restoranları... Biz de geçip oturuyoruz güzel bahçeli restoranlarına. Yandaki fotoğraf onların bahçesinde çekildi.
Yağmur çiselerken önce mıhlamamız sonra alabalığımız geliyor sofraya... Kuymakla mıhlama arasında ne fark var sorusuna kaymak kullanıldığını öğrenip cevap buluyoruz ve yemeğin üstüne enfes fırın sütlacımızı yiyoruz. Bu arada alabalıklar mekanın hemen arkasındaki havuzda canlı canlı yakalanıp geliyor sofraya.
Yemek sonrası dolaşmaya başlıyoruz gölün etrafında. Herhalde daha önce duvarsız halini görmediğim için gölün kenarındaki duvar çok da gözümü tırmalamıyor. Ama karacaların duvar yüzünden göle ulaşıp su içemediklerini öğrenince oyumu duvarın yıkılması gerektiğini söyleyenlerden yana kullandım. Gölün cami tarafının yamaçlarında yerel halkın evleri diğer tarafta ahşap kaplama ya da gerçekten ahşap konaklama-yeme içme mekanları var. Bisiklet kiralamak, hediyelik eşyalar almak ve (ne ilgisi var bilmiyorum) carting yapmak bile mümkün Uzungöl'de. Gelip konaklayacak olanlar için yılın 12 ayı açık yerler bulmak da. Örnegin İnan Kardeşler'de kalorifer olduğundan soğuk konusunda problem yaşanmıyormuş. (sordum iki kişi standart konaklama fiyatı ağustos 2011'de 150 TL'ydi. Çok reklam koktu bu yazı ama yapacak bir şey yok...)
1-2 gün konaklayıp etrafta yürüyüş yapmak, huzur içinde sevdiklerinizle vakit geçirmek ve şehir gürültüsünden uzakta doğayla içiçe temiz hava solumak isteyenler için ideal bir yer Uzungöl. Yakınlardaki yayla da ziyaret edilecek yerler listenizde olmalı. Çok da büyük beklenti içine girmeden giderseniz iyi vakit geçireceğinize eminim.
Gündüz gündüz aramadım ama duyduğuma göre ne restoranlarda ne de Tekel bayilerinde içki satılıyormuş. Alkol almak isteyenler tedarikli gitsinler; artık masa altı mı yaparlar, kaldıkları yerde mi içerler orasını bilemem...
Fotoğraf Listesi: 1- Uzungöl'ün meşhur camisi 2- İnan Kardeşler'in bahçesinden bir kare 3- Uzungöl 4- Göl kenarına yapılmış yeni setler 5- Göl etrafındaki evlerden bir kare Önerilen Sayfalar: - Sümela Manastırı - Trabzon Merkez ve Ayder - Amasra - Betona Esir Olmadan Önce - Eylül Ayında Tiflis...