29 Mart 2014 Cumartesi

Adalara Gidiyoruz 4 - Büyükada

Yavaş şehirleri bilir misiniz? Hayatın koşturmaca şeklinde değil de olabildiğince huzur içinde yaşandığı yerler. Kaynakların ve kazancın maksimuma ulaştırılması hedeflenmeden tasarlanan yerler. İstanbul'u yaşanmaz hale getiren ve Gezi'den beri büyük kitleleri sokaklara döken uygulamalar sonrası artık ne istediğimizi tartışıyor olsak da ne istemediğimizi biliyoruz: Kaotik yapılar arasında boğulmak istemiyoruz. 

 Martın sonlarına doğru, yağmurlu-bulutlu bir havada kaç zamandır yolumu düşürmediğim Büyükada'ya doğru yollandım. Adalar içinde en hareketlisi olsa da İstanbul'un merkezinden sonra sayfiye yeri burası. Şansıma şehir de beni isteklerime uygun uğurladı: Başbakan geçecekmişçesine süslenmiş sokaklar, ünlü yıldız için serilmiş kırmızı halılar gibi ıssız sokaklar uğurladı beni de... Yağmur yüzünden bomboştu vapur, iskele. iskeleye giden yollar. Sanki sükut arayan başbakandım da parti çalışanları elbirliği etmişcesine bu dekoru yaratmışlardı benim için. 


 Bostancı'dan bindiğim tekne önce Heybeliada'ya uğrayıp ardından Büyükada'ya bıraktı beni. Büyükada'yı gezmek için önünüzde üç seçenek var: Fayton, bisiklet ve tabanvay. Fayton seyahatimi bir sonraki sefere bırakıyorum. Bisikletin de o dik yollarda ne kadar zorlayıcı olduğunu hatırlıyorum. Geriye tabana kuvvet yola koyulmak kalıyor. 


Yıllardır bir çok kez ziyaret ettiğim bu adanın yine etrafından başladım gezmeye. Daha önceki gelişlerimin birinde Club Mavi'de bir diğerinde Princess Otel'de kalmıştım. Club Mavi Nidan ayında gayet soğuktu ama eski ahşap bir köşkte konaklamak güzeldi, her ne kadar merkezde yediğimiz akşam yemeği sonrası gece karanlığında merkezden yürümek çok vakit alsa da... Princess Otel ise biraz fazla üçüncü sınıf otel formatındaydı: Yerdeki halıfleksler, yataklar, duvarlar... Bu sefer günübirlik gezmeye geldim kalacak yer bulmak zorunda değilim. 


Büyükada'yı gezecekseniz aklınızda tutmanız gereken, adanın yollarının 8 şeklinde olduğu. Bu 8'in iki yuvarlağı iki tepe: Birinde Rum Yetimhanesi diğerinde de Aya Yorgi Manastırı'yla Adakule var. Yola ister sağdan başlayın ister soldan, en son 8'in göbeğindeki kesişim noktasına varacaksınız. At arabalarının park ettiği, kalabalık zamanlarda hediyelik eşya tezgahlarının açıldığı, mola vermek isteyenler için bir kır gazinosuna da ev sahipliği yapan bu nokta iki ayrı tepeye çıkan yolların da kesişim noktası. Ben önce gazinonun karşısındaki tepeye tırmanan patikayı tırmanmaya başlıyorum. Eski Rum Yetimhanesi'ne giden bu dik bayırın sonunda dünyanın ikinci en büyük ahşap binası beni bekliyor. Yıllardır kendi haline bırakılmış ve bakımsızlıktan dökülen bu binanın eski heybetli halini gözümde canlandırmaya çalışıyorum. İlk yapılışı otel olan bu yapı, şimdi bahçesindeki bekçiyle beraber günlerini dolduruyor. 


 Aşağı indikten sonraki rotam Aya Yorgi'ye doğru tırmanmak. Bu sefer çok daha dik bir bayır karşıma çıkıyor. Her sene 23 Nisan ve 24 Eylül'de yoğun bir şekilde insanların ziyaret ettiği bu manastıra çıkan yolun kenarlarındaki çalıların üstüne çaputlar bağlanmış. Peçeteler, ıslak mendiller, su şişesi etiketleri ya da envai çeşit başka çaputla dilekler dilenmiş. Yolun sonlarına yakın sağa doğru ayrılan patika sizi orman yangınlarını gözetlemek için dikilen Adakule'ye götürüyor. Kapıdaki "Girmek Yasaktır" tabelasından ziyade bahçesindeki köpekler nedeniyle ancak kapısından baktığım bu yapıya giden yol boyunca manzara açık ve etkileyici: Sedef Adası ve Rum Yetimhanesi'ni çok rahat görebilirsiniz. 


Geriye dönüp Aya Yorgi'ye çıktığınızdaysa küçük ama etkileyici bir manastır sizi bekliyor. Daha önce Heybeliada'daki Ruhban Okulu'nu gördüyseniz onun içindeki manastırın çok benzeri buradaki de. Kapısındaki efsaneleri okumaya vakit ayırmanızı öneririm. Manastırın inşa edilme öyküsü çok ilginç. 


Tekrardan aşağı indiğimde bu sefer Aya Yorgi'nin olduğu tepenin etrafını yürümeye başlıyorum. Aya Nikola yolu boyunca inip mezarlıktan sağa kıvrılıyorum ve yeşillikler arasında yol akıyorum. Bu kısım daha ıssız ve bakir. Arada faytonların merkezi, sahipsiz hayvanlar barınağı, şehitler için yapılmış orman ve kır kahvesi yolun kenarında karşınıza çıkacak. En son yol sizi yine 8'in göbeğindeki noktaya çıkaracak ve yine Aya Nikola yolundan aşağı inip lakin bu kez mezarlıktan sola dönerseniz merkeze ulaşacaksınız. Yol boyunca plajlar göreceksiniz, yazın buralara yüzmeye gelinebilir... Ama asıl birbirinden güzel evler mest edecek sizi. Adaları İstanbul'un geri kalanından ayıran en büyük özellik de bu birbirinden güzel evleri zaten. Yeni yapılaşmaya izin verilmediğinden, bütün evler bahçeler içinde yer aldığından hem dinginlik hem de rengarenk bir cümbüş karşılıyor sizi. Merkezi keşfetmeyi de size bırakayım artık. Arada kalmış camileri, kiliseleri, köşkleri gönlünüzce gezin. Ben yoruldum artık, dönüş vaktim de geldi. Bir daha bu kadar açmayayım arayı, baharda yeniden geleyim.


Fotoğraf Listesi:


1- Adalar'a giderken yolda...

2- Adalar havadan görünüş
3- Eski Rum Yetimhanesi
4- Aya Yorgi yolundaki çaput bağlı çalılar
5- Aya Yorgi Manastırı'nın içi. 
6- Büyükada'daki güzel evlerden birinin önünden fayton geçerken...

Önerilan Sayfalar:


* Büyükada dışındaki adalara gitmek isteyenler 


Adalar'a gidiyoruz 1 - Kınalıada
Adalar'a gidiyoruz 2 - Heybeliada ve 
Adalar'a gidiyoruz 3 - Sedef Adası yazılarına da göz atabilirler.

* İstanbul'da günübirlik gezilecek yerler arayan için:


İki Deniz Arası 1 - Yeniköy'den Baklalı'ya

İstanbul'da Erguvan Peşinde... 
Yeşilköy'de günübirlik gezinti - Akvaryum ve Havacılık Müzesi 
İstanbul Karaburun'da Karadeniz Havası

dinceryazici79@gmail.com