18 Aralık 2012 Salı

Saros Körfezi

"Trakya'da görmediğim yerler kalmasın" düsturuyla cuma günü vurduk yola. Aylardan Kasım, İstanbul bile soğukken arabayı kışlıklarla doldurmayı ihmal etmedik, ne olur ne olmaz.

Küçük Oteller Kitabı'nda yer alan bölgenin tek oteli Sığınak, bir süredir bloglarda ve arkadaş sohbetlerinde de karşıma çıkıyordu. Öncelikle 3 saatlik bir yolun ardından Sığınak'a ulaştık ve odamıza yerleştik. Geceliği 150 TL ödediğimiz çift kişilik odamız gayet güzel. İşletmecisi biraz suratsız olsa da mekanı sevdik ve eşyalarımızı bırakıp hemen Erikli Köyü'ne doğru çıktık.

Yazları cıvıl cıvıl (belki de aşırı kalabalık) olduğu betonarme binaların işgalinden belli olan Erikli bu mevsimde hayalet kasaba gibi. Köyde 3-5 otel de var ama sanırım hemen hepsi kapalı. Sahilde yürüyoruz bir süre. Balık tutan biri dışında in cin top oynuyor. İşçimen Otel'in yanında belediyenin tesisi var, mahalle kahvesi gibi bir yer. Burada balık da olduğunu öğrenince giriyoruz içeriye. Az önce balık tutarken gördüğümüz amca tuttuklarından birazını bırakmış buraya. Gözümüze kestirdiğimiz bir tanesini sipariş ediyoruz. Kocaman balıklar, salata ve içecek için 70 TL ödeyip dönüyoruz yeniden otelimize. Erken bir saatte yatıp yorgunluk atıyoruz ki yarına dinç olalım. Bu arada odada klima var ama bu mevsimde biraz zor ısınıyor oda. Neyse ki yorganıydı, kalın kıyafetiydi çok üşütmedik gece... Ama sabah verandada bi saat oturmamıza rağmen kimseler yoktu ortada. Biz de kaldırmaya kıyamadık ve vaktimiz olmadığından odayı boşaltıp ücreti masaya anahtarı verandadaki masaya bırakıp ayrıldık otelden. Derin bi uykudalarmış demek ki araba çalıştırmamıza rağmen hala kalkan olmadı.

Sabah ilk hedefimiz İbrice Limanı oldu. Ardından Yayla Köyü sahiline indik. Güzel bir sahili var Yayla Köy'ün. Tabii yine bu mevsim her yer gibi orası da yazlıklarla dolu olmasına rağmen boş. Ardından Vakıf Köyü'ne geçtik. Vakıf Köyü'nde konaklanacak oteller de var. Ayrıca Satır Et için de merkezinde güzel bir yer var. Biz Küçük Evren Köy'deki meşhur Enver Usta'yı tercih ettiğimiz için ne yazik ki aç kalıyoruz cünkü cenazesi olduğundan Tekirdag'a gidip kapatmış Enver Usta.

Bir sonraki durağımız Enez. İlk işimiz merkezdeki esnaf lokantasında karnımızı doyurmak. Günün ilk yemeği çorba ve köfte. Ardından kaleye gidiyoruz. Ziyaret ettiğimiz kale dünyadaki en son Bizans toprağıymış; İstanbul'un alınmasından 3 sene sonra alınmış. İçerisinde kilise kalıntıları var. Duvarlarında içkilerini içen abilere soğuk havaya rağmen özeniyoruz.

Yan taraftan sokak aralarına iniyoruz. Eski Türk Mezarlığı'ndaki Has Yunus Bey Türbesi eski bi şapelden dönüştürülmüş ve mezar taşlarıyla beraber uhrevi bir hava estiriyor. Ardından arabayla ilçenin sokaklarını turluyoruz... Merkezden Yunanistan'a doğru 200 metre kadar inince aynı anda evler, ilçe ve Türkiye bir anda bitiyor ve çalıların arasında askerlerin nöbet tuttuğu sınıra ulaşılıyor.

Enez'i terk etmeden sitelerin işgalinde olan ancak in cin top oynayan Altınkum'u da görüyoruz ve ardından İpsala üzerinden Edirne'ye doğru yola çıkıyoruz. Geliş yoluna kıyasla çok güzel bir asfalt yol Gala Gölü'nün yanından sizi İpsala'ya kadar götürüyor. Türkiye'nin önde gelen kuş yaşam alanlarından olan Gala Gölü üzerinde uçan kuşları izlemek için ileride buraya yeniden gelmeye karar veriyoruz yolculuğumuz sırasında. Trakya gezisinda sırada Edirne var. Saros Körfezi ilkbahar ve yazın keşfedilirmiş onu anladık bu gezimizde...

Nerede İçilir?: Trakya'da içecek yer bulmak çok zor değil. Köylerde bile içki satılır.

Fotoğraf Listesi:

1- Sığınak'ın bahçeden görünüşü
2- Erikli sahilinde güneş batışı
3- Enez Kalesi içindeki kilise kalıntılarında dolaşırken
4- Has Yunus Bey Türbesi ve etrafındaki sarı yosunlu mezar taşları
5- Gala Gölü

Önerilen Sayfalar:


Karayoluyla Yunanistan & Bulgaristan 1 - Dedeağaç, Gümülcine, İskeçe, Kavala
Karayoluyla Yunanistan & Bulgaristan 2 - Halkidiki, Selanik ve Seres
- Gökçeada
Atina Kaçamağı
Bozcaada'da Kısa Bir Tatil
İğneada'da iki gün çadır tatili
Edirne'de İki Gün
Uçmakdere'de Kamp ve Şarköy'e kadar uzanmak...
Kaz Dağlarının Eteklerinde...


7 Aralık 2012 Cuma

Viyana ve Modling'deki Seegrotte



Viyana Havalimanı'na inmemle sonbaharı yaşayan bir şehre geldiğim tescillendi. İstanbul'dan 10 derece soğuk, bulutlu bir sonbahar havasıyla karşıladı Viyana beni 2012 Eylül sonunda. Pasaport kontrolünü geçince ilk işim bilet makinasından 33€'ya havaalanı gidiş dönüş ve 72 saatlik metro biletimi almak oldu. Makina benim kredi kartımı kabul etmedi. 50 ve 100€ da kabul etmiyor yanınızda 10-20€'luk bulundurmak avantajınıza olur yoksa benim gibi döviz büfesindeki kıza şirinlik yapmak zorunda kalırsınız.

CAT (Havaalanı - şehir merkezi arasında çalışan hızlı tren), havaalanından yarım saatte bir 5 ve 35 geçe hareket ediyor ve durmadan Landstrasse'deki son durağa ulaşıyor. Dönüş de buradan 8 ve 38 geçelerde kalkıyor 16 dakikalık yolculuk için. Bu arada havaalanı - şehir merkezi arasında normal tren seferi de varmış ve fiyatı çok daha ucuzmuş. İnişte metrodan metroya atlaya atlaya hostelimi (Happy Hostel) buldum. 3 gece tek kişilik konaklamaya 105 € ödediğim hostelim merkeze çok da uzak değil ayrıca interneti iyi çalışıyor.

Kısa bir süre dinlenip yollara vuruyorum kendimi. Şehir merkezine giderken acıkmaya başlamışım bile. Şehir Rehberim yardımıyla Johanesgasse 12 numaradaki Bettlestudent'i buluyorum. Güler yüzlü garsonları ve İngilizce menüleri var. İlk şinitzelim için uygun bir yer. Yanında da ev yapımı biralarından söylüyorum. Dana şinitzel gayet lezzetli. Yanında bir tabak soğuk patatesli meze getiriyorlar. Bu da gayet lezzetli. Şinitzelin yanında küçük tabakta gelen reçeliyse bir iki denemeden sonra hemen kenara itiyorum; benim damak tadıma uygun değil. 20 € hesap ödeyip kalkıyorum. Merkezde Stephansdom var, ilk işim içine girmek oluyor. Kasvetli bir katedral... İsteyenler ücretini ödeyip alt kattaki katakombları ve üst katı ziyaret edebilirler.

Ardından ilk günü şehrin tozunu  attırmaya veriyorum. Köprüden geçip Praternsteen'e ulaşıyorum. Hemen yanında ünlü dönme dolap ve lunapark var. Viyana'yı yukarıdan görmek isteyenler bu yavaş dönen dönme dolaba binebilirler. Prater'deki trafiğe kapalı Prater Hauptallee yolu yürüyen, koşan, bisiklete binen, paten yapanlarla dolu. Enerjim olursa burada koşmak güzel olabilir. Yol boyunca ilerleyip ardından sağa kıvrılıyorum. Meşhur Hundertwasser Haus'u ziyaret etmenin tam zamanı. Siz de benim gibi 'oyuncaklı' binaları seviyorsanız burası sizin de yüzünüze kocaman bir gülümseme konduracaktır. Barcelona'da Gaudi'nin yaptıklarını andıran bu 1985 yapımı binayı geride bırakıp yolları arşınlamaya devam ediyorum. Akşam olmak üzere ve yorgunluk çöküyor üstüme. Her yerde şubesini görebileceğiniz Aida Cafe'lerden birinde Melange kahvemi ve Sachertorte'mi sipariş ediyorum. Asıl yeri meşhur Sacher Hotel'indeki Sacher Pastanesi'ymiş ama Aida'da sıra beklemeden ve daha ucuza yemek cazip geliyor bana. İkisi de lezzetli. Sachertorte hafif Browni kıvamında bir keke ve çikolata kaplamasına sahip, melange ise kapuçino ayarında bir kahve.

Viyana sokaklarında boş boş saatlerce  dolaşıp begendiğim mağazaları dolaşıp sokaklarda fotoğraflar çekerek geçen bir günün ardından hemen bir süper markete uğruyorum. Akşam 6:30-7 gibi kapanıyorlar haberiniz olsun. Amacım Eiswein bulmak ama marketlerde (Billa, Penny vs...) sadece ucuz şaraplar var. dm mağazalarında o bile yok. Akşam odamda sızıp kalıyorum. Yarın sabah erkenden kalkıp Prater'e gidip koşsam mi?

Tabii tabii! Öyle yorgunum ki 10 saat sonra zorla açıyorum gözlerimi. Hemen kendime gelip yola koyulmazsam bugünü kaçıracağım. Kahvaltı yapmak için dün belirlediğim Cafe Merkur'e gidiyorum. Hollanigasse üzerindeki bu ucuz mekanda yumurtamı yiyip yanında meyve suyumu üstüne de melange kahvemi 7,5€'ya içip yakınlardaki metroyla Karlsplatz'a geçiyorum. Minare benzeri kuleleri, ellerinde haçlarıyla melek heykelleri ve diğer hoş süslemeleriyle Karlskirche kilisesini görüp Naschmarkt'a geçiyorum. Güzel bi açık pazar burası. Abur cubur satan yerleri de var hoş cafe ve restoranları da. Yarın cumartesi ve yandaki bit pazarı için yeniden gelmek lazım. Ardından güzergahım Seegrotte. Önce önsezilerimle yolu bulabilirmişim orası çok da uzak değilmiş gibi geliyor bana... Sanki metroya binsem ve Meidling yazan istasyonda insem biraz da yürüsem olacak bu iş... Ne yazik ki öyle değilmiş işin aslı. Ulaşmam gereken yer Modling'miş Meidling başka yermiş. Neyse interneti şahane kullanırım diyenler iniş kalkış saatleriyle beraber planlamalarını yapabilirler. Ya da benim gibi bilet gişesine gider "Hinterbruhl Seegrotte'ye nası gitcem ben?" diye sorup 2€'luk biletinizi ve hangi saatte nereden hangi trene bineceksiniz (S9'a biniyorsunuz) sonra hangi durakta inecekseniz (Mod-ling!) oradan hangi otobüse bineceksiniz (Bus365) ve 11 dakika sonra hangi durakta ineceksiniz (evet Hinterbruhl Seegrotte) öğrenir ve bir de yazılı çıktı alabilirsiniz.

Modling'ten Bus365 çok sık kalkmıyor haberiniz olsun...  Bazen yarım saatte bir bazen daha fazla bekliyorsunuz. İneceğiniz durağı etraftan birilerine sormakta fayda var. Seegrotte girişi 9€ olan Avrupa'nın en büyük yeraltı gölü. 1800'lerde bir maden ocağıyken yanlış bir patlamayla içi yeraltı sularıyla dolunca maden önce kapatılmış. Seneler sonra bir kaç mağaracı tarafından yeniden kesfedilip 1900'lerin ilk yarısında turistik geziler için yeniden açılmış. Ancak hemen ardından İkinci Dünya Savaşı yılları gelince bu sefer de mekanın jet uçakları için güvenli bir fabrika olacağına karar verilir. Dünyanın ilk jet uçaklarından birinin ana gövdesi burada 2000 savaş esirine ürettirilip ardından geceleri gizlice götürüldüğü diğer fabrikada eksik parçalarla birleştirilir. Zamanının toplama kamplarından biriymiş yani bu maden ocağı. Sonra Ruslar şehre girince esirler fabrikayı yerle bir etmişler. Her 40 dakikada bir yapılan tur için üç kişiyiz. Rehberimiz, Avusturyalı diğer iki kişiye gezdiğimiz yerleri Almanca anlatırken elindeki makinadan da bana Türkçe yayın yapıyor. 25 sene önce bir tur rehberine yaptırılmış bir kayıt bu. Toprağın altında 500 metre kadar uzanan alçak dehlizde yürürken kenarlarda başka odacıklar, zamanında yük çeken kör atları bağladıkları ahır ve maden işçileri için özel bir yeri olan St. Barbara adına yapılmış şapel görülebilir. Siz de benim gibi bu tarz mekanlarda gezerken "Burada ne biçim film çekilir" diye düşünenlerdenseniz 1993 yılında o iş yapılmış zaten. Benim pek bilmediğim bir film lakin 1993 yapımı Üc Silahşörler'in yirmi dakikası burada çekilmiş. En son bölüme gelince merdivenlerden aşağıya, alt kattaki su dolu bölüme geçiyoruz. Yaklaşık 20 dakika dolaşacağımız bu bölüm çok etkileyici... İnsan yapımı olsa da doğa harikasi gibi görünüyor. İçerisi hem loş ışıkla aydınlatılmış hem de hoş bir müzik yayını gezi boyunca bize eşlik ediyor. Suda yansıyan mağara duvarlarının görüntüsü çok güzel. Gezi bitiminde tüm gezi boyunca gözümüze sokulan "rehbere para vermeyi unutmayın" düsturuna uyup çıkıyorum dışarıya.

Dönüşte otobüs beklemektense bisiklet boyunca yürümeyi tercih ediyorum. Yaklaşık 25 dakikalık yol boyunca çok güzel evler ve ağaşlar eşlik ediyor bana. Sonunda Modling merkezine varınca hemen şehre dönmektense biraz buralarda takılmak istiyorum. Viyana dışındaki diğer yerler nasıl bilmiyorum ama Modling tatlı bir kasaba. Hemen gözüme kestirdiğim Haus der Biere'e kurulup birami, Leberknodelsuppe ve Gulash'ımı sipariş ediyorum. Liver dumpling soup diye İngilizce'ye çevirdikleri çorba gezi rehberimde yazdığına göre "maydonoz ve mercanköşkle tatlandırılmış ve karaciğerden yapılmış köfteler içeriyor" bana göreyse parmaklarınızı yiyeceğiniz kadar lezzetli. Bu arada eğer yemekleri tuzsuz sevenlerdenseniz Avusturya sizin cehenneminiz olacak. Masaya siz istemezseniz tuz getirmiyorlar ve yemekleri tuzlu pişirmeyi seviyorlar. Gulash, çorbadan da tuzluydu... İçinde sebzeler olmayan yahni işte Gulash.

Viyana'ya dönüş vakti. Gidişteki gibi 2€'luk biletimi alıp yola koyuluyorum. Daha Viyana'da geçirecek güzel saatlerim var... Hostelimde biraz dinlenip/demlenmeden önce meşhur Cafe Havelka'ya uğruyorum. Yine Melanj içip ortamı kokluyorum nasıl bir yermiş burası diye. Bu arada bir saat ücretsiz kablosuz internet hizmeti sunuyor haberiniz olsun. Bir kahve de 3,60€.

1-2 saatlik dinlenme sonrası Viyana gece hayatını test etme zamanı. İlk istikamet Cafe Tunnel. Bu arada gece hayatıyla ilgili bilgileri her ne kadar Almanca olsa da www.stadtkinder.com adresinden aldığımı belirteyim de yazdıklarım işinize yarasın. Tunel'in alt katı konser için bir sahne ve sahneye göre dizilmiş masalar şeklinde
düzenlenmiş. Sahnede Fat Cat var, Budapeşte'den gelmişler. İsimlerindeki 'çakma'lık beni güldürüyor. Ben de bir grup üyesi taklidi yaptığımda 'Think Pink' gibi isimler uydururdum. Mekanda biramı içip grubu dinliyorum. Fena değiller lakin daha alacak çok yolları yiyecek fırınlarca ekmekleri var. Yine de 60'lar 70'ler fena gitmiyor.

Bir sonraki hedefim Fluc. Preter Meydanı'ndaki bu eski metro kalıntısı mimarisiyle başta gayet ilgi çekici geliyor. Alt ve üst kat olmak üzere iki katlı. Üst katta bir konser var alt katın da girişi 10€. Hemen alt kata geçiyorum. Teknonun çıkış yeri Almanya olunca Alman ekolündeki Avusturya'daki mekanlardaki favori müzik de elektronik oluyor elbette. Yarımdan sonra dolmaya başlıyor Fluk. Sigara dumanı ve eğlence için mekana basılan duman nefes almayı zorlaştırsa da "rahatsız oluyorsan gençlerin arasında takılma kardeşim" demesinler diye kimseye şikayet etmiyorum. Cuma ve cumartesi geceleri sefer sayısı azalsa da sabaha kadar çalışıyor metro. Çok geç olmadan dönüyorum hostelime. Yarın Viyana'daki son tam günüm.

Ve cumartesi sabahı uyanmamla başlıyor son koşturmaca. Kahvaltı için Cafe Bendle'ın yolunu tutuyorum önce. Akşamdan kalmalığıma birebir. Fakat bir problem var: Cumartesi saat 10 ve mekan kapalı. B planı: Cafe Espresso. Çok uzak da sayılmaz yürüme mesafesi. Burada da İngilizce menü yok ne yazık ki. Neyse vejetaryen omlet ve çay seçebiliyorum en azından. Ardından yürüye yürüye Naschmarkt'in yolunu tutuyorum. Cumartesi günü günün erken saatlerinde Naschmarkt'in yan tarafında bit pazarı kuruluyor. Buradaki gördüklerimin en iyisi. Hem satılan ürünler içinde çerçöp dışında şeyler bulabiliyorsunuz hem de fiyatlar çok uçuk değil. Öğlen 12 civarı pazar kalabalık ve tezgahlar acıktı ancak yavaş yavaş toparlanmaya başlıyorlardı sanki... Uzun bir süre orada takılıp ardından metroyla Tuna Nehri'ndeki Danube Adası'na geçiyorum. Eminim yazları burası cıvıl cıvıldır, nehir kenarındaki cafe/restoranlar doludur lakin eylül sonunda herkes elini eteğini çekmiş. Sırada Augarten var. İçinde 2. Dünya Savaşı yıllarından kalma hava savunma kulesi de barındıran bu yemyeşil park insanın içini açıyor. Botanik bahçesi kıvamında değişik bitkiler arasındaki yürüyüş yollarında dolaşmak kuş cıvıltıları altında banklarda oturmak çok zevkli.

Karnım acıkmaya başlayınca Figgmuller'in yolunu tutuyorum. Meşhur şinitzelini tatmak çok da pahalı değil fakat kapıdaki sıra gözümü korkutuyor. Ben de Avusturyalıların pek bi rağbet gösterdiği Deewan'a gidiyorum. Bu Hint-Paki karışımı Asya mutfağının yemekleri bizimkilere benziyor. Self-servis, açık büfe ve çıkışta ne kadar isterseniz o kadar ödüyorsunuz. İlginç bir deneyim yaşamak isteyenler gidebilir... Çıkışta ne ödemem gerektiği konusunda yaşadığım ikilemden bahsetmeyeceğim.

Bana hostelin yolu göründü. Gece için planım önce Voodoo Cafe'ye gitmek. Dumanaltı atmosferiyle meşhur olsa da playlist'i tam aradığım gibi klasik rock üzerine kurulu. Ancak hem dolu hem de aşırı dumanaltı. Neyse sabah erkenden Bratislava'ya gideceğim bir günlüğüne. Gece geç olmadan yatayım bari. Viyana'da fazladan bir günü olanlara Bratislava'yı tavsiye ederim.

Bu arada en son şu faydalı bilgiyle bitireyim: "Ohne" yazıyorsa için ve beyler "Damen" yazıyorsa girmeyin!

Nerede Koşulur: Praternsteen
Nerede İçilir: Gece nehir kıyısı içkisini almış gençlerle dolu.

Fotoğraf Listesi:


1- Hundertwasser Haus'un cephesi
2- Stephansdom Katedrali
3- Seegrotte'de çekilen 3 Silahşörler filminde kullanılmış tekne
4- Modling
5- Seegrotte'de maden içinde yürürken
6- Naschmarkt

8 ay sonra gelen not: Kısa süreli bir Viyana gezimde Figmüller'e gitme şansım oldu. Evet şinitzeli gerçekten çok lezzetli. 19 € fiyatı var. Yanında %2.5 alkollü limonatalı bira da güzel gitti doğrusu. Üzerine bir de Sachertorte yemek üzere Sacher Hotel'in yanındaki cafeye gittim. Kremasıyla taze Sachertorte de çok lezzetliymiş doğrusu. Aida'da yediğimden daha güzeldi kesinlikle fiyatı da 4.80 € gibi bir şeydi.

Önerilen Sayfalar:


Budapeşte'de 3 Gün 
Şirin Çek Kasabası Olomouc
Bir günlük Bratislava Gezisi
Çek Cumhuriyeti'nin Çok Bilinmeyen Şehri Brno
Viyana Doğa Tarihi Müzesi'ne yaptığım ziyaretin yazısı için tıklayın: