3 Eylül 2016 Cumartesi

Kopenhag - Geniş Geniş

Daha önce kısa süreliğine defalarca gelmiştim Kopenhag'a. Her seferinde şehrin değişik yerlerini gezme şansım olmuştu (Şehrin batı kısmı ve Christiania diğer gezi yazılarında). Bu sefer yaklaşık 3 hafta kaldığım Kopenhag'da yaptığım gezilerden yola çıkıp ne var ne yok anlatayım:

Kısa notlar:

- Öncelikle Kopenhag'da bütün önemli müzeleri görmek isterseniz rahat 3-4 güne ihtiyacınız olur. Zaten büyük müzeler en az 2 saat vaktinizi alacak kadar kapsamlı. Müzeler kısmında gezdiklerimi tek tek paylaşacağım.

- Kopenhag gayet pahalı bir şehir. İstanbul'daki fiyatları 2'yle 3'le çarpın o kadar pahalı. O yüzden planınızı bu durumu göz önünde bulunduracak şekilde yapın.

- Ulaşım da çok pahalı. Günlük bilet 3 zone için 80 Kron. Biz 605 krona aylık bilet aldık.

- Kalacağınız yerde bisiklet varsa ve binmeyi seviyorsanız, özellikle kar kıyamet olmadığında, bisikletle her yere ulaşabilirsiniz.

- Hava Eylül ayında bile 'Winter is Coming'den hallice. 15 derece, bulutlu, rüzgarlı, zaman zaman yağmurlu bir havada geçti günlerimiz.

Bisikletle Ulaşım:

Bisiklet şehirde çok yaygın bir ulaşım aracı. Öyle sahilde gezintiye çıkmış gibi de değil basbayağı insanlar gidecekleri yere tempolu şekilde bisikletle gidiyorlar. Yaşlılar bile kafalarında kask (kask mecburi değil) harıl harıl bisikletle geziyorlar. Bisiklet yolları çok net biçimde ayrılmış ve gayet işlevsel. Lakin kuralları bilmek ve uymak çok önemli.

Öncelikle biz trafikte araç kullanırken bile sağ-sol sinyal vermeyebiliyoruz; Kopenhag'da bisikletliler dahi sinyal veriyor. Duracağı zaman arkasındakini uyarmak için elini kaldırıyor ya da döneceği zaman döneceği yönü gösteriyor. Yolun sağ tarafındaki bisiklet yolunu kullanmak gerekiyor ve bu yol tek yönlü. Ayrıca yaya geçitlerinde, yaya ışıklarında karşıya geçerken bisikletten inip bisikleti elinizde sürüyorsunuz. Bisiklet için özel trafik ışıkları da var ve bunlara uymanız gerekiyor.

Ben bisikleti kaldığım otelden buldum. Bisiklet kiralayan bir çok yer de mevcut ve bisiklet park yerlerini şehrin her yerinde görebilirsiniz. Özellikle biraz uzaktaki Grundtvig Kilisesine giderken bisiklet çok işime yaradı. Sadece yolları bulmakta biraz zorlandım. Yaya olarak gezerken istediğiniz yola sapabiliyorsunuz ama bisikletteyken bu biraz zor oluyor. Yine de çok zevkli; umarım yakında İstanbul'da da bisiklet yolları artar.

Müzeler:

Staten Museum for Kunst (SMK):
Danimarka Ulusal Galerisi ücretsiz bir sanat müzesi. Bizdeki karşılığı biraz İstanbul Modern gibi sanki. (İstanbul Modern gayet rahat bu müzeyle karşılaştırılabilecek profesyonellikte, kaynakları daha az olsa da). Müzenin içindeki bazı sergiler ücretli ayrıca içeride ücretsiz WiFi var. Kopenhag'da WiFi konusunda çok sıkıntı çekilmiyor bu arada. Unutmadan, müze binası da çok başarılı.

Koleksiyona gelince öncelikle 1900'ler Danimarka resminin örnekleri çıkıyor karşınıza. Arada heykeller, videolar ve yerleştirmeler de var. Sonra 1900-1930 arası  Fransız ressamları var sırada. Özellikle Matisse tabloları müzenin en değerli eserleri arasında.

1300-1800 arası Avrupa resim sanatının güzide örneklerini sergileyen kısımlar da çok zengin. Eğer resim ilgi alanınıza giriyorsa ya da ufak bir merakınız varsa bu müzeyi mutlaka ziyaret edin. Pazartesileri kapalı ve Çarşambaları 10-20 diğer günler 10-17 arası açık.

Nationalmuseet:
Danimarka Ulusal Müzesi de ücretsiz bir müze. Çok kapsamlı bir şekilde bu topraklara ilk gelen insanların izini sürerek başlıyor anlatmaya. Avrupa'ya yayılan ilk Homo cinsinin yaşadığı değişimleri, Neanderthalleri, ardından 35.000 yıl önce Homo CroMagnus'un çıkışını, CroMagnus'un sembolik düşünebilme yeteneğini ve bunun ortaya çıkardığı ilk çizimleri derken 14.000 yıl önce bu topraklara gelen ilk avcıları, ardından tarım toplumunu, taş devri, bronz çağı ve demir çağı derken Vikingler ve en son Hristiyanlık dönemini çok çeşitli buluntularla detaylı bir şekilde anlatıyor.2-3 saat boyunca bu müzede Danimarka tarihini detaylı ve keyifli bir şekilde inceleyebilirsiniz.

Davids Samling
Yine ücretsiz bir müze daha doğrusu koleksiyon. David Samling'in yıllar boyunca topladığı objelerin sergilendiği bu binaya koleksiyon demek daha doğru olur sanırım. Girişte size bir tablet veriyorlar ve gördüğünüz eserlerin kare kodlarını bu tablete okutup ardından eserle ilgili bilgileri tabletten okuyabiliyorsunuz. Pazartesi günleri kapalı olan bu koleksiyonun özellikle İslam eserleri çok övülüyordu lakin bizdeki müzelerden sonra bana çok yavan geldi. Vaktiniz varsa gidin ama beklentiniz büyük olmasın.

Danish Design Center:
Bu müze Danimarka tasarımcılarına ayrılmış ama arada dünyanın önde gelen isimlerinin tasarımları da karşınıza çıkabiliyor. Kalıcı bir sergisi yok sanırım; ben gittiğimde 20 yıllık periyodlar halinde 1900-2000 arasında yapılmış tasarımlar, bu dönemleri etkileyen ekonomik/toplumsal olaylar ve sanat akımları göz önünde tutularak açıklanıyordu. Daha çok sandalye tasarımlarının ön planda olduğu bu sergide Danimarka'da uzun yıllara dayanan tasarım geleneği de göz önüne seriliyordu. Tasarıma ucundan kıyısından meraklı olanların hoşuna gidecek bir müze burası. Yaklaşık 1.30 - 2 saatinizi alıyor diğer sergilerle beraber.

İşçi Müzesi - Arbejdermuseet:
1986 yılında açılan müzenin amacı son 150 yıllık süreçte işçilerin hayatlarını anlatmak. Girişte çocukların bundan 100 - 150 yıl önce hangi şartlarda yaşadıkları, çalıştıkları işler ve bu konudaki yasal düzenlemeler dönemin fotoğrafları eşliğinde detaylı İngilizce metinlerle anlatılıyor. Konu ilginizi çekiyorsa zevkle vakit geçireceksiniz eminim ki. Üst katlarda, bahsedilen dönemde işçilerin yani düşük gelirli halkın evlerinin birebir örnekleri dönemin eşyalarıyla birlikte sergileniyor. Buralarda karşınıza çıkacak dükkan vitrinleri ve bir ailenin üç kuşak boyunca yaşadığı değişimin üç kuşağın evlerinin bir kata taşınarak anlatıldığı kısım da ilgi çekici. Özellikle kraliyet ailesinin şatafatlı sarayları sonrası Rosenborg Sarayı'nın batısındaki bu müzeye gelmek iki farklı uçtaki örneği görmek açısından ilgi çekici.

Kehribar Müzesi - Amber Museum:
Aslında bu bina kehribar birliğinin satış yaptığı dükkan ama üst iki katını kehribar müzesi haline getirmişler. Kehribara ilgi duyan biri değildim; ta ki bu müzeyi gezene kadar. Fosilleşmiş reçine olan kehribar en az 1 milyon yıllık olursa kehribar ismini alıyormuş. Jurassic Park filminde dinazor DNA'sı elde ettikleri sinek 65 milyon yıllık kehribarın içinden çıkarılmıştı hatırlarsanız. İşte bu müzede içinde böcekler, sinekler, örümcekler olan 20 - 30 milyon yıllık kehribarları inceleyebilir, yaklaşık 45 kiloluk dünyanın en büyük kehribarına göz atıp sarıdan siyaha yeşile uzanan renk skalasıyla kehribar çeşitleri hakkında bilgiler bulabilirsiniz. Sizin için özel birine hediye almak için güzel bir taş kehribar. Alışveriş yapmak için illa alt katı seçmeniz gerekmiyor, bir dolu dükkan Ostergade caddesinde karşınıza çıkacaktır.

Bunlar dışında bi de benim vakit bulamayıp ya da ilgi göstermeyip gezmediğim müzeler var tabii: Lille Molle (Küçük değirmen) Christiania'nın hemen batısında eski bir değirmenin eve dönüştürüldüğü ve o haliyle korunduğu şirin bir müze. Belki ileride vakit bulursam uğrarım. Carlsberg Bira Müzesi şehrin batısında daha once gezdiğim yerlerde yer alıyor. Danimarka Musevi Müzesi ve Ulusal Fotoğraf Müzesi merkezde Christianborg Müzesi'nin olduğu adada yer alıyor. Göllerin kuzeyinde Zooloji Müzesi güneyinde Ulusal Galerinin batısında Jeoloji Müzesi yer alıyor. Yine merkezin kuzeyinde Polihistorisk Museum'da suç ve suçlular üzerine bir müze.

Kiliseler, Tarihi Yapılar ve Heykeller:

Grundtvig Kilisesi:
Bu kilise benim Kopenhag'da en beğendiğim yapı oldu. Peder Vilhelm Jensen-Klint tarafından 1900'lerin başında tasarlanan ve Klint'in ölümünün ardından oğlu tarafından tamamlanan bu kilise sadelikle ne kadar muhteşem tasarımlar çıkarılabileceğinin çok başarılı bir örneği.

Bethlehem Kilisesi:
Grundtvig Kilisesinden izler taşıyan, aynı mimarın tasarladığı hemen anlaşılan bir kilise. Binaların arasındaki bu yapıya yolun öbür tarafından bakın.

Marmorkirken:
Frederick Kirke (Frederick Kilisesi) olarak da bilinen bu kilise uzun yıllara yayılan bir inşa sürecinin ardından bitirilebilmiş. Yıllar boyunca yarım kalmış hatabe halindeki inşaat, etrafındaki alanla beraber bir iş adamına 1800'lerin sonlarında satılınca yolsuzluk davaları da hemen ardından başlamış. 1749'da başlayan inşaat 1894'teki açılışla beraber 145 yılda bitebilmiş.

Church of Our Saviour:
Christianshavn bölgesinde 1752'de açılan bu kilise özellikle şehrin güzel bir panoramik görüntüsünü sunan spiral kulesiyle tanınıyor. Yükseklik korkusu olanlar dikkatli çıksın bu kuleye. Ayrıca yukarısı rüzgarlı.

Alexander Nevsky Kilisesi:
Soğan kubbeleriyle, Rus tarzı hemen anlaşılan bu kilise, Rus Çarıyla evlenen Danimarka Prensesi için Rus hükümeti tarafından 1881-1883 tarihlerinde yaptırılmış.

Rosenberg Kalesi:
Yıllarca Danimarka kraliyet ailesine ev sahipliği yapmış bu kale 1800'lerde müzeye dönüştürülmüş. Şimdilerde de üç katında kraliyet ailesinin kullandığı eşyalar ve resimlerinin sergilenirken kalenin bodrum katında taçlar ve değerli mücevherattan oluşan Hazine kısmı bulunuyor.

Amalienborg Sarayı:
Meydandaki Kral Frederick V. Amalienborg heykelinin etrafındaki dört saraydan oluşan bir kompleks burası. Sadece kuzeydoğudaki kısım gezilebiliyor ve 1794'te buraya taşınan kraliyet ailesinin eşyalarını, odalarını, geçmişini görme şansı sunuyor.

Kastellet:
Bu beşgen kale şimdilerde piknik ya da yürüyüş yapmak isteyenler için güzel bir park işlevi görüyor. Ayrıca koşmak için de ideal.

Rundetarn:
Tepesinde teleskop bulunan ve dönerek çıkılan kule zamanında Gözlemevi olarak inşa edilmiş. Mimarisi ve tepesindeki manzara görülmeye değer.

The Black Diamond:
Aslında çok da tarihi değil ama 1999'da yapılmış, dışı siyah granit kaplı bu açılı yapının ön tarafında, kanallardaki dalgaların yansımalarını izleyebilirsiniz.

Gunboat Sheds:
Christiania'nın doğusunda yer alan bu eski askeri alan bugünlerde aslına sadık kalınarak yapılan restorasyon sonrası iş yeri olarak kullanılıyor.

Nyboder Evleri:
Aslında bunlar askerlerin kaldığı evlermiş. Şimdilerde sivil halkın da kullanımına açık olan bu binaların ne olarak kullanılacağına henüz karar verilmemiş ama bu sevimli binalar özellikle boyandıkları sarı tonuyla meşhurlar. Danimarka dilinde sarının bu tonuna Nyboder sarısı deniyormuş.

Küçük Deniz Kızı:
Carlsberg firmasının 1900'lerin başında yaptırdığı bu meşhur heykel şimdilerde turistlerin en çok ziyaret ettiği yerlerden biri. Defalarca saldırıya uğrayan heykelden ziyade heykelle fotoğraf çektiren turistler çok daha ilginç bir görüntü ortaya çıkarıyor.

Gefion Çeşmesi:
Küçük Deniz Kızının hemen yakınında yer alan bu çeşme de Carlsberg ailesinim şehre bir armağanı. Zaten Kopenhag denince Carlsberg ismi zihninize öyle bir kazınıyor ki bütün şehri bu aile kurmuş sanıyorsunuz.

Parklar Bahçeler:

Tivoli Bahçeleri:
Tivoli havaların sıcak olduğu zamanlarda bir de Christmas Zamanı açık olan bir eğlence parkı. İçinde konser alanları, restoranlar, yeşil alanlar ve bir de lunapark bulunuyor.

Fotoğraf Listesi:

1- Grundtvig Kilisesi
2- Rosenberg Kalesi
3- Christiania'nın etrafındaki kanallarda yüzen bir karavan
4- Kehribar Müzesinde görebileceğiniz, içine böcekler hapsolmuş kehribar örneği
5- İşçi Müzesi'nden bir sahne
6- Tivoli Bahçeleri'nin girişi gece gece
7- Kanallarda, eve dönüştürülmüş gemilerden biri
8- Tivoli'deki Lunapark

Önerilen Sayfalar: