3 ay önce gezdiğim Belgrad'ı bir de başkasının kaleminden okumak isteyenler için ablam Elif Yazıcı'nın Belgrad gezisi:
"Tatil için fazla vaktim yok, bir kaç gün nefes almaya ihtiyaç hissediyor, vize ile falan uğraşmak da istemiyordum. Velhasıl tatil başlangıç modum bu. Nereye gitmeliyim diye kardeşimle görüştüğüm sırada o da Belgrad'da. "Burası çok güzel, neden Belgrad olmasın?" deyince bana da uygun geldi ve yaklaşık bir buçuk ay öncesinden uçak biletimi aldım. 17 Mayıs sabah 7.40 uçağı ile gideceğim, 20 mayıs akşam 20.20 uçağı ile döneceğim. Kalmak için de hostel gibi bir yeri tercih etmek istiyorum. Tatil için isteğim elimde harita bolca yürümek. Booking.com üzerinden merkezde bir hostelde yer de ayırtıyorum... Dinçer'in notlarından, daha önce Belgrad'a gidenlerin izlenimlerinden gidilecekleri, yapılacakları da indirip çıktılarını alınca tatil planım hazır.
İstanbul'a uçuştan bir gün erken gidip kardeşimle Cihangir, İstiklal vs.turladık. İstanbul'da olmak dahi kendimi iyi ve canlı hissettirdi. Akşamdan Dinçer bana Belgrad'da kullanabileceğim bir otobüs kartı, biraz Dinar ve Belgrad haritası vererek harita üzerinden gezilebilecek yerleri tarif etti. Hiç gitmediğim bir yeri harita üzerinden anlamam mümkün değil, gitmeden haritayı ve şehir planını çözmem de ha keza... Bu yüzden bolca başımı sallasam da oraya varınca hepsini çözebileceğimi düşünüyordum. Sabah erkenden havaalanına gidip uçağa bindim. Yolculuğun l saat 40 dakika olduğunu duymuştum ancak daha kısa sürüyor. Kalkmamızdan bir müddet sonra kaptanın "kabin ekibi yerlerinize, inişe geçiyoruz" şeklindeki anonsunu duymamız bir oluyor neredeyse. Nicola Tesla Havaalanı merkeze l8 km diye okumuştum, minibüsle yarım saatten fazla sürüyor, ancak dönüşte özel araçla ara yollardan varmamız 10 dakika ancak sürdü.
Türkiye ve Belgrad arasında bir saat fark var, cep telefonumun saatini ayarlamaksızın hep bir saat öncesinde olduğumuzu düşünerek zaman geçirdim. Okuduklarımdan vize uygulamasa da ülke girişlerinde Türk vatandaşlarının sıkıntılar yaşayabileceğini duymuştum. Ne sıkıntısı? Hayatımda hiç bir ülkeye bu kadar kolay girdiğimi anımsamıyorum. Pasaport kontrolünden geçmem saniyeler aldı sadece. Tamam uçaktan inerken Sırp polisi bir kaç kişiyi kenara ayırmıştı, belki de bana yapmadılar bilmiyorum, Türk kadınının pasaport polisiyle karşılaşması harikaydı :)))
Hemen alt kattaki Tourist Information'dan iki tane şehir haritası aldım (neden iki bilmiyorum, oysa elimde Dinçer'in verdiği var, onu kullanacağım ama fazla mal göz çıkarmaz düşüncesi herhalde). Para bozdurmak istesem de havaalanındaki Menjačnica adı verilen (Sırp Ulusal Bankasının amblemiymiş ve Belgrad içinde her yerde bu amblemi görebilirsiniz) büroya soruyorum ancak cevabı anlamasam da sorduğum diğer büroda da para bozduramayacağımı anladım. Diğer kişiler de benim gibi geri dönüyorlardı. (Tüm gezi boyunca genelde 1€=108 dinardan bozdurdum) Aslında makinalarda da bozdurulabildiğini biliyorum ancak çekiniyorum bundan.
Dinçer'in bana verdiği parayı kullanarak havaalanı çıkış kapısının hemen solundaki A1 minübüslerine biniyorum. (Bilet ücreti 300 Dinar) Slavija meydanında ineceğimi biliyorum, minibüs bir yerde durunca bir yolcuya sorduğum orasının Slavija meydanı olup olmadığı sorusuna kendinden emin evet yanıtını alınca ve ben de inandım tabii. Meğer Merkezi otobüs, tren istasyonunda inmişim. Haritaya göre bayaa bayır yürümem gerekti. Neyseki henüz sabah ve sırt çantam oldukça hafif. Şehrin bana ilk hissettirdiklerini algılamaya çalışarak yürüyüp Hotel Moskva'yı buldum çünkü haritaya göre hostelim bu otele yakın, Kosovska Caddesinde. Caddemi bulunca nasılsa check in saatime daha var diye bir kahvede soluklandım...
Belgrad'da tüm cafelerde ve inanın parklarda dahi ücretsiz wifi var. Geldiğimi yakınlarıma haber verdikten sonra hostele gidip şansımı denemeye karar verdim. Tesadüfen oturduğum cafenin bir kaç bina ötesinde hostel. Check in için saatin 12.00 olduğunu söyleyince tekrar dolaşıp 12.00 de hostele vardım. İnanılmaz merkezi yerde, eski bir binanın 4. kattaki tek bir daire. Alt katlarda tadilat var, sanki boş gibi, giriş biraz izbe ve içeri girince ilk an ürktüğümü gizleyemem ancak sonra tüm düşüncem değişti. Pencerem Post Office'e bakıyor, sola bakınca St Mark kilisesini, sağ tarafa bakınca da Parlamento binasının arkasını görüyorum. Kaldığım yer tek kişilik bir oda, banyo ve mutfağı herkesle ortak kullandım. Sadece deneyimlemek için ilk kez bir hostelde kaldım, ancak bundan sonra böyle tatillerde sürekli hostel tercih edeceğimi söyleyebilirim. Görevliler çok sıcak, saygılı, yardımsever...
Hemen eşyalarımı bırakıp yürümeye başladım, önce Terazije Caddesi boyunca yürüyüp sonra Knez Mihaliovayı gezdim. Bizim İstiklal Caddesine benziyor, araç trafiğine kapalı, cadde boyunca mağazalar, sokak müzisyenleri, her türden gösteri yapanlar var. Kalemegdanı bulmuşum farkına varmadan. Belgrad Sava nehriyle resmen ikiye bölünüyor ve bu yer tam nehrin kenarında (Rivayete göre de Sava ve Tuna nehirlerinin kesiştiği noktada ve adı da Kale ve Meydan iki ayrı isimden oluşuyor). Büyük bir parkın içinde hayvanat bahçesi, lunapark, cafeler, müzeler, banklar, surlar ve bir heykel var. Orda dehlizlerin falan fotosonu çekip (!!!!) askeri müzeyi de uzaktan görüp yürüyerek hostele döndüm. Cumhuriyet Meydanındaki National Museum ve tiyatrosunu da kapısından içeri bakarak gördüm ne yalan söyliyim. Ama yollarda Dinçer'in anlattığı tüm heykelleri gördüm. Biraz soluklanıp Belgrad'ın bohem sokağı olarak bilinen Skardlija'yı aramak için dışarı çıktım. Hostelden çıkarken yağmur başlamıştı oralara kadar gittim ancak sokağı tam bulamadım ve döndüm. Böyle tatillerde kesintisiz uyumak ve tam dinlenmiş olmak için bir uyku ilacı almayı tercih ediyorum, ilacımı alıp kitap okuyarak uyuyakaldım.
Ertesi sabah kalkıp hemen hostelin yanındaki St Mark Kilisesi ve yanındaki Rus Ortodoks Kilisesini gezdim. Ortodoks kilisesinde ayin varmış, çekindim ancak içeriden birisi gel diye eliyle işaret edince meraktan içeri girip bir köşeden ayini izledim. Sonra çıkıp yürürken Parlemento binasının önündeki at ve adamın boğuşurmuş gibi (olduğunu düşünmeye çalıştığım) heykelini izlemek isterken önümden doğurmasına ramak kalmış hamile bir gelinin caddede koşturduğunu gördüm. Fotoğraflarını çekerek peşinden gittim, kırmızı ışıkta bekledi. Üstünde gelinlik olduğuna göre doğuma yetişmeye çalışmıyordu mutlaka. Bu arada sol taraftaki eski sarayın önünden bando sesleri geliyordu. Oraya gittim, masalarda oturan şık insanlarla mizansen yaratmışlar ve iki sunucunun sunduğu bir canlı yayın tv programı vardı. Henüz fazla izleyici yoktu ve banklarda yer de vardı. Ancak kahvaltı yapmamıştım, susamıştım, gidip börek ve su alıp gelmeye karar verdim. Ben dönene kadar orası full dolmuştu ve 40 dan fazla hamile gelin ve damat vardı. Biraz önlere geçerek canlı yayını izledim. Sonra alışveriş mağazalarının olduğu ve Kralja Aleksandra bulvarını gezdim.
Dönüşte hostelde biraz dinlenmeye dönerken St Mark Kilisesinin önünde yerel müzisyenler çok şık giyinmiş konuklarla birlikte Ederlezi'yi çalıyorlardı. Süslenmiş kilise önünde duran araçtaki gelin inmiyor, müzik eşliğinde danseden yakınlarına el ve mimiklerle eşlik ediyordu. Keyifle onları izledim, bayaa coştular, başka parçalar da çalıp söylediler, sonra kiliseye düğün töreni için girdiler, ben sızlayan ayaklarımla hostelime döndüm. Sonra biraz hostelde dinlenip tekrar çıktım ve Skardlijayı buldum, tekrar gelmek üzere bakınıp ayrıldım. Orası da küçük bir sokak, Arnavut kaldırımlı, sokak boyunca dışarıya masalarını koymuş yerel müzik gruplarının masalarda şarkılar söylediği barlar, cafeler, restaurantlar var (Rivayete göre eskiden çingeneler yaşıyormuş orada, eğlenceli oluşu ordan kaynaklanıyor herhalde). Ara yollardan Knez Mihaliova'ya inip Kalemegdana gidip güneşin batışını bekledim, bekledim,bekledim... Batmadı! Çok da kalabalıktı, ben de Skardlijaya gidip müzikli bi yerde oturup Sırp köftesi, salata, bira (Jelen diye yerel bir biraları var hafif ancak güzel, sevdim.) ile yemek yiyip hostele döndüm,uyudum.
Pazar günü kardeşimin notlarından Kalenic Pijaca da bit pazarı olduğunu öğrenmiştim. Oraya gitmek istedim. Önce St Mark Kilisesindeki Pazar ayinini biraz izleyip, Taşmeydan parkında dolaşıp aldığım Sırp böreğinden yedim. (Peynirli, etli ve mantarlısını denedim. Hepsi de biraz yağlı olmakla birlikte lezzetliydi. Ancak sıcak yağlı olmasından ötürü sanırım bir daha hiç acıkmıyorsunuz) yürüyerek önce Slavija meydanına ve oradan da Aziz Sava Kilisesine gittim. Orayı ve yanındaki ne olduğunu anlayamadığım küçük kiliseyi gezdim önce. Aziz Sava'da bir ayin vardı. Kitaplarda kilise korolarında şarkı söyleyen ev hanımlarını okumuştum hep, sağda bir kilise korosu ve bir sürü din görevlisi vardı. Kilise korosu ve papazların söyledikleri ilahilerin akustiği güzel ezgi yaratıyordu. Çıkışta üstünde hani bizim höşmerim gibi bir tatlıyı sürdükleri ekmek ikram ediyorlardı. Sonra küçük kilisede bir vaftiz törenini izledim. Sonra yürüyerek Kalenic Pijaca'ya gidiyorum. Çevresi bizim binbir çeşitler gibi ucuz dükkanlarla dolu. Pazarı da gezdim biraz, sebze meyveler bizimkilerle aynı, pembe patatesler ilgimi çekti en çok. Bir kaç küçük tezgah gördüm ancak bit pazarının pazarın içinde olduğunu anlayamayarak döndüm. Sonradan Dinçer söyleyince üzüldüm ancak eski eşyalara çok da merakım olmadığı için fazla önemsemedim. Pazardan Türk ve Yunan baklavalarından birer dilim alıp bir parkta tadına baktım. Tad olarak aynı ancak ikisine de aşırı limonlu ravak kullanmışlar. Sevmedim. Pazar günü olmasından ötürü tüm dükkanların kapalı olduğunu söylemeliyim.
Hostelde biraz dinlendikten sonra bu kez önce Skardlija'da yemek yiyip sonra kesin kez güneşi batırmaya kararlı çıktım hostelimden. Ancak yolda bir dükkandan gelen güzel kokular üzerine aldığım içi mantarlı, peynirli bir börekten(tavsiye ederim,çok lezzetli) yiyince yine açlığım gitti ve yemek yemekten vazgeçtim. Zaten sabah sıcak sıcak yediğim burek'ler genelde mideme oturuyor ve gün boyu kendimi aşırı tok hissediyordum. Bu sefer güneşi batırmayı başardım... Ertesi gün geri döneceğim, eşyalarımı toparladıktan sonra ertesi sabah biraz alışveriş yapmak için erkenden hostelden çıktım. Pazar günü tüm dükkanlar kapalıydı, günlerden pazartesi ve saat 9.00 da açılmasını bekledikten sonra Terezija Caddesi ve Knez Mihaliova'da alışveriş yapıp cafelerde vakit geçirdim. Hostelden check out saat ll.00 de ancak benden sonra o gün boş olduğunu söyleyerek rahatlıkla uçak saatime kadar kullanabileceğimi söylediler (Booking.com da harika şeyler yazacağım sizin için diye geçirdim içimden). Uçağım 20.20'de kalkıyordu, bu kez güneşi uçaktan batırıp(demekki yüksekten daha kolay batırılıyor) güzel duygularla ayrıldım Belgrad'dan. Tekrar gelir miyim? Bir kaç gün soluklanayım diye bildik bir yer ararsam evet, ama yeni yerleri görüp, yeni kentlerde kaybolmadan dolaşabilecek kadar biliyor olma duygusu ile yeni yerleri tercih edeceğimi biliyorum."
Önerilen Sayfalar:
* Nisan ayında gezdiğim Belgrad gezi notlarım için:
- Belgrad'da Üç Gün
* Belgrad'a gelmişken etrafta gezilecek yerler arayanlara:
- Budapeşte'de 3 Gün
- Bosna Hersek gezimiz: Saraybosna ve Mostar
- Bir günlük Bratislava Gezisi
"Tatil için fazla vaktim yok, bir kaç gün nefes almaya ihtiyaç hissediyor, vize ile falan uğraşmak da istemiyordum. Velhasıl tatil başlangıç modum bu. Nereye gitmeliyim diye kardeşimle görüştüğüm sırada o da Belgrad'da. "Burası çok güzel, neden Belgrad olmasın?" deyince bana da uygun geldi ve yaklaşık bir buçuk ay öncesinden uçak biletimi aldım. 17 Mayıs sabah 7.40 uçağı ile gideceğim, 20 mayıs akşam 20.20 uçağı ile döneceğim. Kalmak için de hostel gibi bir yeri tercih etmek istiyorum. Tatil için isteğim elimde harita bolca yürümek. Booking.com üzerinden merkezde bir hostelde yer de ayırtıyorum... Dinçer'in notlarından, daha önce Belgrad'a gidenlerin izlenimlerinden gidilecekleri, yapılacakları da indirip çıktılarını alınca tatil planım hazır.
İstanbul'a uçuştan bir gün erken gidip kardeşimle Cihangir, İstiklal vs.turladık. İstanbul'da olmak dahi kendimi iyi ve canlı hissettirdi. Akşamdan Dinçer bana Belgrad'da kullanabileceğim bir otobüs kartı, biraz Dinar ve Belgrad haritası vererek harita üzerinden gezilebilecek yerleri tarif etti. Hiç gitmediğim bir yeri harita üzerinden anlamam mümkün değil, gitmeden haritayı ve şehir planını çözmem de ha keza... Bu yüzden bolca başımı sallasam da oraya varınca hepsini çözebileceğimi düşünüyordum. Sabah erkenden havaalanına gidip uçağa bindim. Yolculuğun l saat 40 dakika olduğunu duymuştum ancak daha kısa sürüyor. Kalkmamızdan bir müddet sonra kaptanın "kabin ekibi yerlerinize, inişe geçiyoruz" şeklindeki anonsunu duymamız bir oluyor neredeyse. Nicola Tesla Havaalanı merkeze l8 km diye okumuştum, minibüsle yarım saatten fazla sürüyor, ancak dönüşte özel araçla ara yollardan varmamız 10 dakika ancak sürdü.
Türkiye ve Belgrad arasında bir saat fark var, cep telefonumun saatini ayarlamaksızın hep bir saat öncesinde olduğumuzu düşünerek zaman geçirdim. Okuduklarımdan vize uygulamasa da ülke girişlerinde Türk vatandaşlarının sıkıntılar yaşayabileceğini duymuştum. Ne sıkıntısı? Hayatımda hiç bir ülkeye bu kadar kolay girdiğimi anımsamıyorum. Pasaport kontrolünden geçmem saniyeler aldı sadece. Tamam uçaktan inerken Sırp polisi bir kaç kişiyi kenara ayırmıştı, belki de bana yapmadılar bilmiyorum, Türk kadınının pasaport polisiyle karşılaşması harikaydı :)))
Hemen alt kattaki Tourist Information'dan iki tane şehir haritası aldım (neden iki bilmiyorum, oysa elimde Dinçer'in verdiği var, onu kullanacağım ama fazla mal göz çıkarmaz düşüncesi herhalde). Para bozdurmak istesem de havaalanındaki Menjačnica adı verilen (Sırp Ulusal Bankasının amblemiymiş ve Belgrad içinde her yerde bu amblemi görebilirsiniz) büroya soruyorum ancak cevabı anlamasam da sorduğum diğer büroda da para bozduramayacağımı anladım. Diğer kişiler de benim gibi geri dönüyorlardı. (Tüm gezi boyunca genelde 1€=108 dinardan bozdurdum) Aslında makinalarda da bozdurulabildiğini biliyorum ancak çekiniyorum bundan.
Dinçer'in bana verdiği parayı kullanarak havaalanı çıkış kapısının hemen solundaki A1 minübüslerine biniyorum. (Bilet ücreti 300 Dinar) Slavija meydanında ineceğimi biliyorum, minibüs bir yerde durunca bir yolcuya sorduğum orasının Slavija meydanı olup olmadığı sorusuna kendinden emin evet yanıtını alınca ve ben de inandım tabii. Meğer Merkezi otobüs, tren istasyonunda inmişim. Haritaya göre bayaa bayır yürümem gerekti. Neyseki henüz sabah ve sırt çantam oldukça hafif. Şehrin bana ilk hissettirdiklerini algılamaya çalışarak yürüyüp Hotel Moskva'yı buldum çünkü haritaya göre hostelim bu otele yakın, Kosovska Caddesinde. Caddemi bulunca nasılsa check in saatime daha var diye bir kahvede soluklandım...
Belgrad'da tüm cafelerde ve inanın parklarda dahi ücretsiz wifi var. Geldiğimi yakınlarıma haber verdikten sonra hostele gidip şansımı denemeye karar verdim. Tesadüfen oturduğum cafenin bir kaç bina ötesinde hostel. Check in için saatin 12.00 olduğunu söyleyince tekrar dolaşıp 12.00 de hostele vardım. İnanılmaz merkezi yerde, eski bir binanın 4. kattaki tek bir daire. Alt katlarda tadilat var, sanki boş gibi, giriş biraz izbe ve içeri girince ilk an ürktüğümü gizleyemem ancak sonra tüm düşüncem değişti. Pencerem Post Office'e bakıyor, sola bakınca St Mark kilisesini, sağ tarafa bakınca da Parlamento binasının arkasını görüyorum. Kaldığım yer tek kişilik bir oda, banyo ve mutfağı herkesle ortak kullandım. Sadece deneyimlemek için ilk kez bir hostelde kaldım, ancak bundan sonra böyle tatillerde sürekli hostel tercih edeceğimi söyleyebilirim. Görevliler çok sıcak, saygılı, yardımsever...
Hemen eşyalarımı bırakıp yürümeye başladım, önce Terazije Caddesi boyunca yürüyüp sonra Knez Mihaliovayı gezdim. Bizim İstiklal Caddesine benziyor, araç trafiğine kapalı, cadde boyunca mağazalar, sokak müzisyenleri, her türden gösteri yapanlar var. Kalemegdanı bulmuşum farkına varmadan. Belgrad Sava nehriyle resmen ikiye bölünüyor ve bu yer tam nehrin kenarında (Rivayete göre de Sava ve Tuna nehirlerinin kesiştiği noktada ve adı da Kale ve Meydan iki ayrı isimden oluşuyor). Büyük bir parkın içinde hayvanat bahçesi, lunapark, cafeler, müzeler, banklar, surlar ve bir heykel var. Orda dehlizlerin falan fotosonu çekip (!!!!) askeri müzeyi de uzaktan görüp yürüyerek hostele döndüm. Cumhuriyet Meydanındaki National Museum ve tiyatrosunu da kapısından içeri bakarak gördüm ne yalan söyliyim. Ama yollarda Dinçer'in anlattığı tüm heykelleri gördüm. Biraz soluklanıp Belgrad'ın bohem sokağı olarak bilinen Skardlija'yı aramak için dışarı çıktım. Hostelden çıkarken yağmur başlamıştı oralara kadar gittim ancak sokağı tam bulamadım ve döndüm. Böyle tatillerde kesintisiz uyumak ve tam dinlenmiş olmak için bir uyku ilacı almayı tercih ediyorum, ilacımı alıp kitap okuyarak uyuyakaldım.
Ertesi sabah kalkıp hemen hostelin yanındaki St Mark Kilisesi ve yanındaki Rus Ortodoks Kilisesini gezdim. Ortodoks kilisesinde ayin varmış, çekindim ancak içeriden birisi gel diye eliyle işaret edince meraktan içeri girip bir köşeden ayini izledim. Sonra çıkıp yürürken Parlemento binasının önündeki at ve adamın boğuşurmuş gibi (olduğunu düşünmeye çalıştığım) heykelini izlemek isterken önümden doğurmasına ramak kalmış hamile bir gelinin caddede koşturduğunu gördüm. Fotoğraflarını çekerek peşinden gittim, kırmızı ışıkta bekledi. Üstünde gelinlik olduğuna göre doğuma yetişmeye çalışmıyordu mutlaka. Bu arada sol taraftaki eski sarayın önünden bando sesleri geliyordu. Oraya gittim, masalarda oturan şık insanlarla mizansen yaratmışlar ve iki sunucunun sunduğu bir canlı yayın tv programı vardı. Henüz fazla izleyici yoktu ve banklarda yer de vardı. Ancak kahvaltı yapmamıştım, susamıştım, gidip börek ve su alıp gelmeye karar verdim. Ben dönene kadar orası full dolmuştu ve 40 dan fazla hamile gelin ve damat vardı. Biraz önlere geçerek canlı yayını izledim. Sonra alışveriş mağazalarının olduğu ve Kralja Aleksandra bulvarını gezdim.
Dönüşte hostelde biraz dinlenmeye dönerken St Mark Kilisesinin önünde yerel müzisyenler çok şık giyinmiş konuklarla birlikte Ederlezi'yi çalıyorlardı. Süslenmiş kilise önünde duran araçtaki gelin inmiyor, müzik eşliğinde danseden yakınlarına el ve mimiklerle eşlik ediyordu. Keyifle onları izledim, bayaa coştular, başka parçalar da çalıp söylediler, sonra kiliseye düğün töreni için girdiler, ben sızlayan ayaklarımla hostelime döndüm. Sonra biraz hostelde dinlenip tekrar çıktım ve Skardlijayı buldum, tekrar gelmek üzere bakınıp ayrıldım. Orası da küçük bir sokak, Arnavut kaldırımlı, sokak boyunca dışarıya masalarını koymuş yerel müzik gruplarının masalarda şarkılar söylediği barlar, cafeler, restaurantlar var (Rivayete göre eskiden çingeneler yaşıyormuş orada, eğlenceli oluşu ordan kaynaklanıyor herhalde). Ara yollardan Knez Mihaliova'ya inip Kalemegdana gidip güneşin batışını bekledim, bekledim,bekledim... Batmadı! Çok da kalabalıktı, ben de Skardlijaya gidip müzikli bi yerde oturup Sırp köftesi, salata, bira (Jelen diye yerel bir biraları var hafif ancak güzel, sevdim.) ile yemek yiyip hostele döndüm,uyudum.
Pazar günü kardeşimin notlarından Kalenic Pijaca da bit pazarı olduğunu öğrenmiştim. Oraya gitmek istedim. Önce St Mark Kilisesindeki Pazar ayinini biraz izleyip, Taşmeydan parkında dolaşıp aldığım Sırp böreğinden yedim. (Peynirli, etli ve mantarlısını denedim. Hepsi de biraz yağlı olmakla birlikte lezzetliydi. Ancak sıcak yağlı olmasından ötürü sanırım bir daha hiç acıkmıyorsunuz) yürüyerek önce Slavija meydanına ve oradan da Aziz Sava Kilisesine gittim. Orayı ve yanındaki ne olduğunu anlayamadığım küçük kiliseyi gezdim önce. Aziz Sava'da bir ayin vardı. Kitaplarda kilise korolarında şarkı söyleyen ev hanımlarını okumuştum hep, sağda bir kilise korosu ve bir sürü din görevlisi vardı. Kilise korosu ve papazların söyledikleri ilahilerin akustiği güzel ezgi yaratıyordu. Çıkışta üstünde hani bizim höşmerim gibi bir tatlıyı sürdükleri ekmek ikram ediyorlardı. Sonra küçük kilisede bir vaftiz törenini izledim. Sonra yürüyerek Kalenic Pijaca'ya gidiyorum. Çevresi bizim binbir çeşitler gibi ucuz dükkanlarla dolu. Pazarı da gezdim biraz, sebze meyveler bizimkilerle aynı, pembe patatesler ilgimi çekti en çok. Bir kaç küçük tezgah gördüm ancak bit pazarının pazarın içinde olduğunu anlayamayarak döndüm. Sonradan Dinçer söyleyince üzüldüm ancak eski eşyalara çok da merakım olmadığı için fazla önemsemedim. Pazardan Türk ve Yunan baklavalarından birer dilim alıp bir parkta tadına baktım. Tad olarak aynı ancak ikisine de aşırı limonlu ravak kullanmışlar. Sevmedim. Pazar günü olmasından ötürü tüm dükkanların kapalı olduğunu söylemeliyim.
Hostelde biraz dinlendikten sonra bu kez önce Skardlija'da yemek yiyip sonra kesin kez güneşi batırmaya kararlı çıktım hostelimden. Ancak yolda bir dükkandan gelen güzel kokular üzerine aldığım içi mantarlı, peynirli bir börekten(tavsiye ederim,çok lezzetli) yiyince yine açlığım gitti ve yemek yemekten vazgeçtim. Zaten sabah sıcak sıcak yediğim burek'ler genelde mideme oturuyor ve gün boyu kendimi aşırı tok hissediyordum. Bu sefer güneşi batırmayı başardım... Ertesi gün geri döneceğim, eşyalarımı toparladıktan sonra ertesi sabah biraz alışveriş yapmak için erkenden hostelden çıktım. Pazar günü tüm dükkanlar kapalıydı, günlerden pazartesi ve saat 9.00 da açılmasını bekledikten sonra Terezija Caddesi ve Knez Mihaliova'da alışveriş yapıp cafelerde vakit geçirdim. Hostelden check out saat ll.00 de ancak benden sonra o gün boş olduğunu söyleyerek rahatlıkla uçak saatime kadar kullanabileceğimi söylediler (Booking.com da harika şeyler yazacağım sizin için diye geçirdim içimden). Uçağım 20.20'de kalkıyordu, bu kez güneşi uçaktan batırıp(demekki yüksekten daha kolay batırılıyor) güzel duygularla ayrıldım Belgrad'dan. Tekrar gelir miyim? Bir kaç gün soluklanayım diye bildik bir yer ararsam evet, ama yeni yerleri görüp, yeni kentlerde kaybolmadan dolaşabilecek kadar biliyor olma duygusu ile yeni yerleri tercih edeceğimi biliyorum."
Önerilen Sayfalar:
* Nisan ayında gezdiğim Belgrad gezi notlarım için:
- Belgrad'da Üç Gün
* Belgrad'a gelmişken etrafta gezilecek yerler arayanlara:
- Budapeşte'de 3 Gün
- Bosna Hersek gezimiz: Saraybosna ve Mostar
- Bir günlük Bratislava Gezisi
Gidip gormus gibi oldum.
YanıtlaSilTesekkurler
YanıtlaSilHaftaya gidecektim yol gosterici oldu
Boyle bilmeden nasıl gidip gezebiliyorsunuz hostelden çıktıktan sonra bidaha yerini nasıl bulabiliyorsunuz anlamadım ben bu işi sırrı nedir? :D
YanıtlaSil