10 Nisan 2015 Cuma

Berlin in Berlin

Hamburg'tan güç bela bindiğim tren 10.30'da vardı Berlin'e. Otelin Check in saati ne yazık ki 14. Sallana sallana 12'de varıyorum otelime. Çantamı depoya bırakıp düşüyorum yollara. İki gündür çok abartmışım yürüme işini, tabanlarım sızlıyor. Şöyle bi tur atıp Kaiser Wilhelm Kilisesi'nde alıyorum soluğu. İkinci Dünya Savaşı'nda bombalanmış olan bu kilise hala yıkık bir şekilde duruyor. Kilisenin yan tarafına da ölenler anısına bir anıt inşa ediliyor şimdilerde. Kilisenin dibine kurulmuş Noel Pazarı Hamburg'dakilere benziyor ama farklı şeyler de var. Bir de sanki Hamburg'da daha bir Noel havası vardı, Berlin biraz daha kendi halinde...

Otele döndüğümde odam hazır durumda. Biraz dinlenip yeniden dışarı çıkıyorum, bu sefer DDR Müzesi var hedefimde. Aralık sonunda Almanya'da gezmenin kötü yanı güneşin 9'da doğup 4'te batması. Güneş de görünmüyor gerçi gün boyu; bulutlu, yağmurlu, rüzgarlı bir hava var. Gündüz gözüyle gezmek için 7 saatiniz var. DDR Müzesi şansıma 8'e kadar açık. 


Son yıllarda Almanya'daki Doğu Almanya özlemini hep duyarım. 'Elveda Lenin' filmi de zaten uzun yıllar popülerliğini korumuştu. Bu müze de Doğu Almanya'yı anlatmak iddiasıyla kurulmuş ama aklıma o meşhur Afrika atasözünü getirdi: 'Aslanlar kendi hikayelerini yazmadıkça, avcıların hikayelerini dinlemek zorundayız.' Sergi Doğu Almanya'da haberlerin nasıl yanlı verildiğini, propaganda amacıyla bilgilerin nasıl çarpıtıldığını, objektiflikten nasıl uzak olduğunu anlatıyor. Doğrudur ama bu serginin üslubu da aynen böyle. Doğu Almanya'yı yerin dibine sokmak adına yapılmış her şey. Yani aynı, tek taraflı üslupla anlatmış durmuş her şeyi. Yine de ilginç bir sergi mi? Evet. 


İlk günümü şehrin sokaklarını arşınlayarak kapattım ve ikinci güne erkenden başladım. Aslında sabah 8 gibi düşebilirdim yollara ama bu karanlıkta yollara düşüp naapıcam? Gün ağarınca başladım turlamaya. Önce Shellhaus'un önünden geçip Berlin Filarmoni Orkestrası'nın binasına uğradım. Sabah sabah kapalı ve etrafta bilgi alabileceğim kimse yok. Burcu bana Salı günleri ücretsiz konser olduğunu söylemişti ama etrafta bu konuda bir bilgi de yok.


Ardından Tiergarten parkına girip Siegessaule'ye ulaşıyorum. Park soğuk havada bomboş. Yazın eminim yeşillikte bu şehrin göbeğindeki parkta dolaşmak güzel olur. Siegessaule Berlin'in meşhur melek/kadın heykeli. Altın renkli bu heykel şehrin önemli sembollerinden biri. 


Bismark Anıtı'nı geçip kuzey doğuya yönelince karşıma Schloss Bellevue çıkıyor. 1994'e kadar başkanlık sarayı olan bu saraydan doğuya devam edince Reichstag'a ulaşana kadar önce modern sanat merkezi The Haus der Kulturen der Welt'i sonra da Carillion in Berlin'i görüyorsunuz. Carillion Avrupa'daki en büyük dünyadaki dördüncü büyük müzik aleti. Mercedes tarafından Berlin'e hediye edilen bu 42 metre yüksekliğindeki müzik aletiyle Mayıs ayından Eylül'e kadar her pazar saat 15'te carillionist Jeffrey Bossin tarafından konser veriliyormuş. Eğer gününü tutturabilirseniz bir kulak kabartın derim, ben çok merak ettim.


Reichstag, tepesindeki camdan kubbesiyle günümüzde Almanya'da en çok ziyaretçi çeken ikinci yermiş. Bu parlemanto binasının özellikle kubbesinden şehir manzarasını çok övüyorlar. 


Buradan doğuya devam edip Brandenburg Kapısı'na ulaşıyorum. Berlin deyince sanırım en çok bu kapı hatırlanıyordur. 1700'lerin sonunda inşa edilen bu kapıdan güneye devam edince benim en beğendiğim yapılardan biri çıkıyor karşınıza: Avrupa'da öldürülmüş Yahudiler adına yapılmış anıt. 19 000 m2 alan üzerine inşa edilen bu yapı 2005'te açılmış. 25 milyon Avro'ya malolan proje değişik boyutlardaki 4000 bloktan oluşuyor. Engebeli bir yüzeye dizilmiş bu değişik boylardaki bloklar arasında dolaşabiliyorsunuz. 


Bir sonraki hedefimde Checkpoint C var. Berlin Duvarı inşa edildikten sonra iki ülke arasındaki geçişlerde en çok tercih edilen kapılardan biri olan CC'de şimdi Amerikan askeri kıyafeti giymiş sokak mankenleriyle ufak bir bahşiş karşılığı fotoğraf çektirebiliyorsunuz. 


Eski Doğu Almanya topraklarına doğru yürürken önce, eskiden yakınlardaki Fransız Katedralinde Fransızca ibadet edildiği için Almanca ibadet etmek isteyenlerin açtığı, ancak savaştan sonra yeniden inşa edildiğinde Deutscher Dom adıyla açılan kilise çıkıyor karşıma. Hemen üst tarafındaki meydan Gendarmenmarkt Meydanı. Noel Pazarları'ndan biri de burada kurulmuş. Ardından Fransız Katedrali, Reformist hareketten sonra Almanya'da açılmasına izin verilen ilk Roma Katolik Katedrali olan St. Hedwig Katedrali ve şu an tadilatta olan Berlin State Opera binası çıkıyor karşıma. Tam opera binasının önündeki meydan (Opera binası, St. Hedwig Katedrali ve Üniversite ile çevrili) Bebelplatz Meydanı. Bu meydanda biraz durmak iyi olabilir çünkü meydanın ortasında, çok da kolay seçilemeyecek bir anıt var. Bu anıtın, meydanın ortasında yaklaşık 1 m2'lik bir plaksiglas penceresi gözüküyor sadece. Bu meydanda 10 Mayıs 1933 günü, Nazi Propaganda Bakanı Josef Goebbels, rejim tarafından sakıncalı bulunup toplatılan 20 000 kitabı ateşe vermiş. Yakılanlar arasında Freud, Einstein, Thomas Mann ve Zweig gibi yazar ve bilim adamlarının kitaplarının da bulunduğu bu olayın anısına meydanın altında 20 000 kitabın da sığabileceği boyutta kitap rafları yapılmış. Raflar yakılan kitaplar anısına boş. Ancak olayı hatırlatmak adına güzel bir eser olmuş. 


Nehri geçmeden bu tarafta Alman Tarih Müzesi, Friedrichswerder Kilisesi ve Kronprinzenpalais görülebilir. Nehrin iki kolu arasındaki adaysa müzeler bölgesi. Berlin Katedrali ve önündeki Lustgarten bahçesini geçince Berlin'in meşhur müzeleri çıkıyor karşınıza. Benim hedefimde Anadolu'dan götürülen Bergama Sunağı'nın sergilendiği Pergamon Museum var. Elbette zamanında tarihi kalıntılara, sanat eserlerine önem vermeyen yönetimler varken bu tarz yapılar kolaylıkla yurtdışına götürülebiliyormuş. Gerçi Yeni Türkiye'de de ucube denilip yıkılıyor heykeller... Belki de bir süre daha Almanya'da korunsa daha iyi olur; Türkiye'ye geri getirildiğinde başına ne geleceği belli mi olur? Neyse Pergamon Müzesi girişindeki bir yazı dikkatimi çekiyor. Detaylarını sorduğumda öğreniyorum ki Bergama Sunağı 2020 yılına kadar ziyarete kapalıymış. "Ait olduğu topraklara geri götürmek için mi kapattınız?" gibi politik bir soru sormadan da duramıyorum ama hafif gülümseyen bir edayla "Hayır" cevabını alınca dönüp çıkıyorum müzeden  "Kalsın bir süre daha, şimdi evde yer yok biz daha sonra alırız sorun değil!"


Ve nehrin öbür tarafına geçince artık Doğu Almanya'da olduğunuzu anlıyorsunuz. Önce Marx-Engels Forum çıkıyor karşınıza. 1986'da yapılan heykelin kaldırılıp kaldırılmayacağı hala tartışıladursun bugün gayet popüler bir turistik yer konumunda. Turistler bolca Marx'ın kucağında fotoğraf çektiriyorlar. 


Televizyon Kulesi'nin önü Noel Pazarlarından birine ev sahipliği yapıyor. Paten pisti bile var burada. (Alexanderplatz'dakinde Curling oynanacak alan bile vardı. Tencere kapağı fırlatanları görsem fotoğrafını paylaşırdım. Paris'te de yaşlılar, kocaman bilyelerle parklarda oyun oynuyorlardı... Değişik kültürlerin değişik özellikleri işte.)


Hava kararmadan Karl Marx-Alle'ye geçiyorum. Upuzun bir cadde burası. Zamanında adı Franfurter Alle imiş, Almanya bölününce Stalinalle olmuş ismi. Uzun yıllar da öyle kalmış. Ardından Stalinizm 'bitince' bu caddenin adı da değiştirilmiş ve bugünkü adını almış. Şimdilerde bu caddenin de isminin değiltirilmesi tartışılıyormuş. Şimdiki ismiyle Karl Marx-Alle, Doğu Almanya'nın prestij caddesi olarak inşa edilmiş. Avrupa'nın son büyük caddelerinden biri olan bu cadde boyunca çok sayıda bilgilendirici tabela sizleri bekliyor. Ünlü mimarların elinden çıkmış binalar, sosyalist sanat-tasarım anlayışına uygun yapılmış. Zamanında sosyalleşmek için tercih edilen cafeler, restoranlar, sinema, alışveris merkezi gibi yerlerle doluymuş burası. 1953'te işçilerin ayaklanması, Sovyet tanklarının müdahalesi sonrasındaysa en az 125 kişinin ölümüne neden olan olaylar da bu caddede olmuş. Caddede binaların süslemesinde bolca seramik kullanılmış. Birleşme sonrasında isimsiz bir editör bu seramiklerden yola çıkıp Wikipedia'ya cadde için "Doğu Almanya'da halk arasında Stalin'in banyosu olarak isimlendirilirdi" yazınca bu bilgi uzun süre doğru kabul edilmiş. Sonunda bir gazeteci bu konuyu kendisinin uydurduğunu ve Wikipedia'da yayınladığını kabul edince olay kapanmış. 


Almanya gezimde genellikle sokaklarda atıştırıp geçirdim öğünlerimi. Ancak buraya kadar gelmişken Cafe Sibylle'e uğramadan edemedim. Doğu Almanya zamanından kalma bu kafede çalışanların çok kötü olduğunu duymuştum ama benim karşılaştığım hizmet gayet güler yüzlü ve pozitifti. Şehrin bu yakasına bir daha gelmek üzere ayrılıyorum Karl Marx Alle'den. Hava karardıktan sonra biraz daha dolaşıyorum ortalıkta ama yorgunluğum tavan yapmış durumda. 


Berlin'deki son günüme odamı boşaltıp başlıyorum. Çantamı otelde bırakıp Berlin Duvarı ve sınırda kalmış görmediğim yerleri keşfe çıkıyorum. Berlin Duvarını (Maure diye geçiyor duvar Almanca'da) görmek için iki yer buldum: East Side Gallery ve şehrin kuzeyindeki Bernauer Strasse. 


İlk önce trenle Bernauer Strasse'ye gidiyorum. Cadde boyunca duvar kalıntıları korunmuş ve ayrıca duvarla ilgili panolarla duvarın inşası ve sonraki süreçler açıklanmış. Öncesinde cadde kenarındaki mezarlık, duvar inşa edilirken çekilmiş fotoğraflar, duvarı aşmaya çalışırken ölenlerin bilgisi... Avrupa ülkelerine ulaşmaya çalışırken Akdeniz'de ölen mülteciler geliyor aklıma. Bir duvar yıkılınca bitmiyor ne yazık ki duvarlar...


Duvar boyunca doğuya devam edip ardından Ernst-Thalmann Park'a ulaşıyorum. Christmas'ın ertesi günü Almanya'da gördüğüm en soğuk havaya rastlıyorum. Önceki günlerde yağmur vardı ama en azından ayaz yoktu. Bugün rüzgar bir yandan, soğuk bir yandan işimi çok zorlaştırıyor. Batıya doğru Karl Marx Alle'ye gelip bu cadde boyunca devam ediyorum. Cadde boyunca yürürken caddenin tarihini anlatan tabelalara göz atarsanız Doğu Almanya'nın ilk yıllarında caddenin inşa edilişi sırasında yaşananlar ilginizi çekebilir. Caddeyi nasıl elbirliğiyle inşa ettikleri, ilk yerleşenler, hedeflenen ama yapılamayanlar...


Warschauer Alle'ye ulaşınca bitiyor Karl Marx Alle. Cadde boyunca nehre doğru yürüyüp nehrin ortasındaki Molecule Man heykelini görmek için nehir boyunca devam ediyorum. Dünyanın başka yerlerinde de yapılmış bu heykelden. Ve son olarak East Side Gallery'yi ziyaret ediyorum. Mühlen Strasse kenarında akan nehir boyunca uzanıyor duvarın buradaki yıkılmamış kısmı. Özellikle yol tarafına çizilmiş duvar resimleri arasında çok güzelleri var. 


Berlin Story Bunker

Berlin'e ikince kez gelişimde tek gezdiğim müze burasıydı. 2. Dünya Savaşı sırasında sığınak olarak kullanılan bu yapı şimdilerde Berlin şehrinin kuruluşundan bugüne kadar olan tarihini anlatan bir müze. Müzenin sadece giriş katını gezerseniz 6 Euro, bu fiyata Türkçe seçeneği de olan Audioguide dahil. Eğer üst katı da görmek isterseniz onun için rehberli turun saatini beklemeniz ve 12 Euro ödemeniz lazım. İçerisi özelde Berlin ama daha genel şekliyle Almanya tarihini öğrenmek isteyenlerin keyif alacağı şekilde. Yaklaşım 1-1.30 saatte bitiyor bu resimlerle, objelerle dolu gezi. DDR Museum'da anlatılan konulara da değiniyor. 


Hamburg'un ardından Berlin gezisini de bitirme vakti geldi. Uçağım Tegel Havalimanı'ndan. Yıllardır kapanılacağı konuşulan Tegel Havalimanı yenisindeki problemler çözülemediği için hala hizmet vermeye devam ediyor. Havalimanına gitmek için mutlaka otobüse binmek gerekiyor, trenle bir yere kadar gidiliyor unutmayın. Bir sonrakine Münih'i görme planları yaparak ayrılıyorum Almanya'dan...

Konaklama:

Berlin'de kalmak için standardın dışında bir yer arıyorsanız size bir kaç yer tavsiye edeyim. Ben teker teker bunları denemeye başladım; sırası geldikçe tecrübelerimi paylaşacağım.

Hotel-Pension Funk: Berlin'in lüks semtlerinden Kurfürstendamm'da bulunan bu butik otel 1895'te inşa edilmiş. Oteli diğerlerinden ayıran en önemli özelliği bu yüksek tavanlı Art Nouveau tarzı olsa da burası aynı zamanda 1900'lerin başında sessiz sinema döneminde belki de ilk kadın star olan Asta Nielsen'in de 1931-1937 yılları arasında oturduğu evmiş. Şimdilerde 15 odalı bir otele çevrilen bu yapının önce tarihi ahşap asansörü ardından da süslemeleri daha içeri girer girmez ilginizi çekecektir. Asta Nielsen'i benim gibi ilk kez duymuş olsanız da burası konaklama için güzel bir seçenek. Bizim kaldığımız odada duş ve lavabo vardı ama ne yazık ki tuvalet yoktu; ortak tuvaleti kullandık. Onun dışında keyifli bir tarihi yapı. 2 kişi geceliğine 100 Euro ödediğimizi de belirteyim.

Ostel Hostel: O kadar Doğu Berlin anlattım, işte burası da Doğu Almanya tarzı konaklama imkanı sunan bir hostel. Fiyatları gayet makul. Biz gittiğimizde yer yoktu ama ilginç bir deneyim sunacağından eminim. 

Cube Lodges: Şehrin değişik noktalarına konumlanmış bu küpler minimalist ve ilginç bir konaklama arayanlar için. 

Hüttenpalast: İşt eburası benim ilk tercihimdi lakin geç kaldığımız için bütün 'Karavanlar' doluydu. Evet hem karavanda hem kapalı bir otramda konaklayabileceğiniz bir konsept sunuyor Hüttenpalast. Bir sonraki ilk gidişimde deneyeceğim. Fiyatlar da 2 kişi 80 Euro civarı. 

Propeller Island: 2017 Baharına kadar tadilatta olan bu otelin olayı her odasının farklı bire konseptte olması. Tabutta da yatabilirsiniz havada duran bir yatakta da... Açıldıktan sonra denemek lazım. 

Gece Hayatı:

Berlin'e bir sonraki ziyaretim Kasım 2016'da oldu. Kaç zamandır Berlin'de ayda bir yapılan Gayhane partilerini kulaktan kulağa duyuyorum; sonunda bilfiil görme fırsatı doğunca kaçırmadım. Her ayın son cumartesi gecesi yapılan Gayhane partileri SO36 isimli mekanda düzenleniyor. İsminden de anlaşılacağı üzerine LGBTİ+ ve Türk konsepti ön planda. Mekanda fotoğraf ve video çekimi yasak ama içeride eğlencenin gırla olduğunu söyleyebilirim. Sadece LGBTİ+ ya da Türk değil her kesim ve milletten insanlarla doluydu mekan. Türkler, bolca Kürtler, gani gani Alman, Uzakdoğu'dan turistler, zenciler hatta bir Ezidi'yle bile tanışma fırsatım oldu. Heteroseksüel çiftler ya da gece avına çıkmış heteroseksüel erkekler de bolca var mekanda. 50 yaş üstü Alman ya da Türk kadınlar bir kenarda keyifle göbek atarken yan tarafta gay ve lezbiyen çiftler öpüşüyorlardı. Homofobik olmayan ve doğu ezgilerinden hoşlananların keyif alacağı bir parti ortamı sunuyor Gayhane.

Müziğe gelince bolca Türkçe göbek atmalık müzik, Arap pop ya da Kürtçe trans en baskın türlerdi. İsmail YK da çalıyorlar Bülent Ersoy da; yeter ki göbek atıp dans etmek mümkün olsun. Yıllardır bu işi başarıyla kotaran, gecenin başında tanışma fırsatı bulduğum organizatör Sabo çıktı gece yarısına doğru sahneye. Ardından da Serkan kıvrak oryantal dansıyla eğlenceyi doruğa çıkardı. İşin en güzel yanı da sabaha kadar süren ve yüzlerce farklı kesimden insanın olduğu ortamda en küçük bir negatifliğin yaşanmaması. Ne rahatsızlık veren biri, ne taciz, ne kavga... 

Gece 11 gibi başlayan parti için 12 gibi kapıda uzun kuyruklar olduğunu da ekleyeyim. Giriş 8 Euro. İçeride içki fiyatları da Almanya şartlarında makul. Kıyafet konusunda gayet rahatlar, kot-tişört gelebilirsiniz. İçeride geniş bir vestiyer de mevcut, biraz sıra beklemek gerekse de. 

Fotoğraf Listesi:


1- DDR Müzesi'nden bir sahne

2- Siegessaule
3- Yahudi anıtı
4- Babelplatz Meydanı'nın ortasındaki 1 m2 alan kaplayan anıt.
5- Berlin sokakları
6- East Dide Gallery'deki Berlin Duvarı kalıntısı

Önerilen Sayfalar:

Heildelberg
Novosibirsk Gezi Yazısı
* Templin'de Bir Pastafaryan: Ünlü Pastafaryan Bruder Spaghettus'la Bir Gün
Christmas Zamanı Hamburg'da 2 gün
* Baden Baden ve Strasbourg 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder