İki günlüğüne Almanya-Fransa sınırındayım. Baden Baden ve Strasbourg'u gezmek bu seferki planım. Gezide bana eşlik eden arkadaşım da sağ olsun bütün kaprislerimi çekip "gel şurayı da görelim" "hadi buraya da gidelim" isteklerime katlanıyor. :)
Öğleden sonra vardığım Baden Baden'de ne yazık ki uzun uzun gezme şansım olamadı. Zaten küçük bir şehir burası. Almanya'nın en zengin şehirlerinden biri. Bolca Rus'un da yaşadığı bu şehir aynı zamanda Dostoyevski'nin Kumarbaz romanının da geçtiği yer. O yüzden yola çıkmadan kitaplığımdan bu romanı alıp çantama attım. Yolculuğum boyunca bu kitabı okudum boş zamanlarımda, edebiyat meraklılarına ayrıca tavsiye ederim.
İlk gün hoş beş faslının ardından merkeze indik dolaşmaya. Şehrin merkezindeki dükkanların olduğu sokak hava kararınca boşalmış. Biraz daha soğuyunca hiç kimseyi göremezsiniz belli ki. Belki Aralık'ta Christmas zamanı kalabalıklaşır. Almanya yemekleriyle pek de meşhur bir ülke değil ne yazık ki ama yine de yöresel yemekler yapan bir yer buluyoruz. Erişte-makarna arası bir lezzet olan Spatzle yiyip üzerine tatlı olarak da karamelli hamurişi olan Kaiserschmarn yiyoruz. Spatzle'in üzerindeki soğan parçaları yemeğe ayrı bir tat katmış.
Baden Baden kumarhaneleri ve termal tesisleriyle meşhur bir şehir. Şehrin bir çok yerinde kumarhane var. Kumarhaneleri görme işini bir sonraki gezime bırakıyorum ama yarın sabah şu termal tesisleri görmeye gideceğim.
Ertesi sabah istikamet Strasbourg. Almanya'yla Fransa arasında yıllarca problem olan Alsace Loren konusuna tarih kitaplarından aşinayım. İşte Strasbourg bu bölgenin başkenti. En son Fransızların elinde kalan bölge Avrupa Birliği'nin de önemli organlarına ev sahipliği yapıyor. Avrupa Parlamentosu ve Türkiye'de hukuk yolu tükenenlerin başvuru mercii Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi burada. Zaten en büyük işlevi Almanya'yla Fransa arasındakine benzer husumetleri ortadan kaldırmak olan Avrupa Birliği için seçilebilecek en uygun merkezlerden biri burasıymış gerçekten de.
Strasbourg çok büyük bir şehir değil. Özellikle merkezini 1, taş çatlasın 2 günde gezebilirsiniz. Eğer kanallar arasında daha uzun keyif çatmak, eski sokaklarında dolanıp her beğendiğiniz kafede mola vererek ortamın tadını daha bi yaya yaya çıkartmak isterseniz 1 gün daha ekleyin. Hele Christmas zamanı kurulan Christmas pazarları herkesin dilinde. Aralık'tan Christmas'a kadar gelecek olanlar bunu da göz önünde bulundursun.
Baden Baden'den 1 saatlik bir yolculuğun ardından Turist Information'ı buluyoruz merkezdeki Notre Dame Katedralinin yan tarafında. (Bu arada otoparklar çok da pahalı değil, haberiniz olsun. Biz İbis otelin oraya park ettik) 1.5 Avroya aldığımız harita bize ufak bir yürüyüş yolu da sunuyor. Gezmeye başlamadan önce Rohan Sarayı'nın arkasında yer alan gişeden akşamki kanal turu için kişi başı 12.5 Avroluk biletlerimizi de alıyoruz.
Bittiği 19. yüzyılda dünyanın en yüksek kulesine ev sahipliği yapan Notre Dame Katedrali'nden başlıyoruz gezmeye. Şehrin merkezi de burası. Kanallarla bir adaya çevrilmiş eski şehir kısmı çok güzel restore edilmiş binalardan oluşuyor. Yüzlerce yıl öncesinin sokaklarında dolaşıyorsunuz gibi ortam. Katedralin yan tarafında Rohan Sarayı var. Zamanında Napolyon'un da konakladığı bu saray şu an 3 ayrı müzeye ev sahipliği yapıyor: Güzel Sanatlar, Arkeoloji ve Kraliyet döneminden kalma eşyaların sergilendiği Dekoratif eşyalar müzesi. Ne yazık ki müze gezme işini bir sonraki ziyaretime bırakmak zorundayım. Bugün sokakların tadına varacağım. Yol üstünde St. Thomas Kilisesi'ne uğramaya çalışıyoruz lakin siyah takım elbiseli adamlardan anladığımız kadarıyla içeride bir cenaze var. Kanal boyunca kâh bu tarafta kâh öbür taraftaki binalara baka baka Petit France'ye ulaşıyoruz. Zamanında Fransız askerlerinde görülen bir cinsel hastalığı tedavi etmek için bu bölgede açılan hastane nedeniyle bölgeye önce France ardından da Petit France adı verilmiş. Şirin binalar ve kafeler görebilirsiniz bu bölgede. Biraz acıkınca oturuyoruz biz de birine. Menüde yer alan Flammkuchen çeşitlerinden rokfor peynirlisini sipariş ediyorum. İnce hamura bir çeşit yuvarlak pide/pizza Flammkuche . Ne yazık ki hazır Fransa'ya kadar gelmişken Creme Brule yiyemedim ama makaron buldum neyse ki bir pastaneden.
Petit France'nin az daha ilerisinde Les Ponts Couverts yer alıyor. Üç tane kuleye de ev sahipliği yapan bu köprüdeki kuleler zamanında mahkumları hapsetmek için kullanılıyormuş. Zaten zamanında Petit France'ın oralarda tabakhaneler varmış. Biraz daha doğudaki köprüler de özellikle çocuk ve akraba katillerinin demir kafeslerle suya batırılıp öldürülmesi için kullanılıyormuş. Bugünkü huzur veren ortamıyla geçmişi arasında çok fark var yani. Şimdilerde kanallar arasındaki ince uzun adacıklar parklara ev sahipliği yapıyor. Az daha ilerideyse Barrage Vauban (Vauban Barajı) yer alıyor. Biz gittiğimizde, içinden karşıya geçebileceğiniz pasajın iki tarafında modern sanat eserlerinin sergilendiği bir Bienal vardı.
Biraz daha yürüyüp, geri dönmek üzere Grand Rue'ya ulaşıyoruz. Kasım ayında son tur teknesi 17'de ve biz kalkışa 2 dakika kala yakalıyoruz tekneyi. Turlar tamamen dolu bu arada ve bizim gibi son anda gelirseniz son kalan koltuklara oturmak zorunda kalıyorsunuz. 1 saat 15 dakika süren tur boyunca 16 dilde rehberlik hizmeti sunuluyor (ne yazık ki aralarında Türkçe yok). Tur güzergahı ada haline gelmiş eski Strasbourg'un etrafını dolaşıp ardından kuzey doğudaki kanal boyunca yeni Avrupa Birliği binalarının oraya gidip geri dönüyor. Arada kanalların seviye farkı olan yerlerinde tekne kanalın ayrı bir yerinde duruyor ve bu kısım büyük kapaklarla kanaldan ayrılıp ya içine su doldurularak tekne yükseltiliyor ya da su boşaltılıp bir alt seviyeye iniliyor. Şehir hakkında bilgi almak adına faydalı bir tur olduğunu söyleyebilirim.
Turun bitiminde güneş de kaybolmuştu artık. Kasım başında akşamları 10 derecenin altına iniyor sıcaklık. Yine de turdayken gözümüze kestirdiğimiz gemiden bozma bir kafede alıyoruz soluğu. Strasbourg çok da deli pahalı bir şehir değil. 2.5 - 3 Avroya kahve veya bira içebilir 8 -9 Avroya Flammkuchen yiyebilirsiniz. Makaron her yerde olduğu gibi burada da pahalı bir tatlı. 8 li kutuya 10 Avro ödedik.
Eski şehir kısmı dediğim adanın, kuzey tarafında dolana dolana döndük arabamızı park ettiğimiz otele. Bu kısım çok daha yaşayan bir halde; lüks mağazalar, metro hattı, kalabalık otobüs durakları... Hepsi bu tarafta.
Ren nehrinin diğer tarafındaki Kehl şehri ile Strasbourg bitişik sayılır. Zaten iki ülke arasındaki sınırdan geçtiğinizi de kolay kolay anlayamıyorsunuz. Yol kenarlarında müşteri bekleyen fahişelerin arasından dönüyoruz Baden Baden'e. Yorgun olmasak civardaki Rus barlarını ziyaret etmek gibi bir planımız vardı ama çok yorulmuşuz. O da bir sonraki sefere kalsın.
Sabah kalkınca hangi kaplıcaya gideceğimize karat veriyoruz önce. Dün gece şehir merkezinde gördüğümüz Friedrichsbad dışında 3 tane daha isim buluyoruz. En son Caracalla da karar kılıyoruz. Yeşillikler arasında bir yerde Caracalla . 2 saatlik ücreti 16 Avro. Mekanda mayo, havlu, terlik gibi ihtiyaçlar satılıyor. Bunların hepsini yanınızda getiriyorsunuz, içeride size sunulmuyor haberiniz olsun. Soyunma odalarından geçip içeri giriyoruz. Friedrichsbad tamamen çıplak bir kaplıca ama Caracalla'da sadece duşlar ve saunada çıplak olmak zorunlu. İçeride yüzmek için derin havuz yok. Sadece ortada büyükçene bir sıcak su havuzu, etrafta değişik buhar banyosu, tuz banyosu, solaryum gibi seçenekler ayrıca dışarı kısımda yine sıcak su havuzu var. Özellikle soğuk ve karlı zamanlarsa dışarıda yüzmek çok daha keyifli olabilir.
Üst kat saunalar kısmı. Burada bir kaç küçük bir de büyük sauna var. Hijyen nedeniyle saunada havlunuzu serip üzerinde oturuyorsunuz ve vücudunuzun hiç bir kısmının ahşap oturma/yaslanma kısmına değmemesi isteniyor. Yaşlı, genç, kadın, erkek çırılçıplak huşu içinde oturuyor büyük saunada. Ortada bir çalışan köze su döküyor ve içerisinin havasını her yere yaymak için havlu ya da devasa bir yelpaze çeviriyor içeride. Işık oyunları ve hafif bir müzik de ortamı o kadar gevşetiyor ki meditasyon yapan bir çok kişi var etrafta.
Dışarı açılan kapıdan çıkınca 3 tane ahşap kulübe çıkıyor karşımıza. Tam geleneksel Fin hamamı şeklinde bu kulübeler. Yeşillikler içinde ahşap saunalarda da biraz vakit geçiriyoruz. En çok bu saunaları beğendim ben.
Ne yazık ki keyfi kesmek ve biran önce hazırlanıp uçağı yakalamak lazım. Baden Baden keyifli bir bölgede yer alıyor. Daha uzun süreli de gelinesi bir şehir.
.......
8 ay sonra bir kez daha Baden Baden'e gelme şansı buldum. Bu sefer önce Friedrichsbad'e gittik. Caracalla'dan farklı bir konsepti var Friedrichsbad'in. Girişte kişi başı 25 Euroluk en ucuz paketi aldık. Toplam 16 istasyonu dolaşabileceğiniz 3 saatlik bir program bu. (Biraz daha pahalı olanlarda masaj da var.) Yanınızda terlik, havlu, mayo götürmeniz gerekmiyor. Girişteki soyunma kısmında soyunup istasyonları gezmeye başlıyorsunuz. Saunalar, buhar odaları ve değişik sıcaklıktaki havuzlardan oluşan bu 16 istasyonlu tesis, Roma İmparatorluğu döneminde aynı yerde olan termal havuzun yerine inşa edilmiş. İsteyenler eski tesisin kalıntılarını da görebilirler.
Ertesi gün ise Alpine Coster'a binebileceğimiz Mehliskopf tesislerine gittik. Roller Coaster'dan çok daha eğlenceli bir şey ağaçların arasında uzanan tren boyunca rayların üzerinde yol almak. Kişi başı 4 €'luk bu eğlence gezinin en keyifli kısımlarından biriydi.
Fotoğraf Listesi:
1- Les Ponts Couverts'ten kanal manzarası
2- Petit France
3- Barrage Vauban gece ışıklandırılınca daha bir güzel görünüyor.
4- Bienal'de karşımıza çıkan işlerden biri.
5- Strasbourg'un kanalları ve parkları sonbaharda daha bir hoş.
6- Alpine Coaster
Önerilen Sayfalar:
Termal tesislerden hoşlananlar için Türkiye'den dört tavsiye:
* İzmir'de Bir Gün (Balçova kaplıcaları)
* Trabzon Merkez ve Ayder Yaylası (Ayder kaplıcası)
* Frig Vadisi'ni Gezememe (Afyon kaplıcaları)
* Bursa'da Huzur (Bursa kaplıcaları)
Almanya ve Fransa'dan gezi yazıları:
* Heildelberg
* Christmas Zamanı Hamburg'da 2 Gün
* Berlin in Berlin
* Paris'te İki Günde Ne Yedim?
Öğleden sonra vardığım Baden Baden'de ne yazık ki uzun uzun gezme şansım olamadı. Zaten küçük bir şehir burası. Almanya'nın en zengin şehirlerinden biri. Bolca Rus'un da yaşadığı bu şehir aynı zamanda Dostoyevski'nin Kumarbaz romanının da geçtiği yer. O yüzden yola çıkmadan kitaplığımdan bu romanı alıp çantama attım. Yolculuğum boyunca bu kitabı okudum boş zamanlarımda, edebiyat meraklılarına ayrıca tavsiye ederim.
İlk gün hoş beş faslının ardından merkeze indik dolaşmaya. Şehrin merkezindeki dükkanların olduğu sokak hava kararınca boşalmış. Biraz daha soğuyunca hiç kimseyi göremezsiniz belli ki. Belki Aralık'ta Christmas zamanı kalabalıklaşır. Almanya yemekleriyle pek de meşhur bir ülke değil ne yazık ki ama yine de yöresel yemekler yapan bir yer buluyoruz. Erişte-makarna arası bir lezzet olan Spatzle yiyip üzerine tatlı olarak da karamelli hamurişi olan Kaiserschmarn yiyoruz. Spatzle'in üzerindeki soğan parçaları yemeğe ayrı bir tat katmış.
Baden Baden kumarhaneleri ve termal tesisleriyle meşhur bir şehir. Şehrin bir çok yerinde kumarhane var. Kumarhaneleri görme işini bir sonraki gezime bırakıyorum ama yarın sabah şu termal tesisleri görmeye gideceğim.
Ertesi sabah istikamet Strasbourg. Almanya'yla Fransa arasında yıllarca problem olan Alsace Loren konusuna tarih kitaplarından aşinayım. İşte Strasbourg bu bölgenin başkenti. En son Fransızların elinde kalan bölge Avrupa Birliği'nin de önemli organlarına ev sahipliği yapıyor. Avrupa Parlamentosu ve Türkiye'de hukuk yolu tükenenlerin başvuru mercii Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi burada. Zaten en büyük işlevi Almanya'yla Fransa arasındakine benzer husumetleri ortadan kaldırmak olan Avrupa Birliği için seçilebilecek en uygun merkezlerden biri burasıymış gerçekten de.
Strasbourg çok büyük bir şehir değil. Özellikle merkezini 1, taş çatlasın 2 günde gezebilirsiniz. Eğer kanallar arasında daha uzun keyif çatmak, eski sokaklarında dolanıp her beğendiğiniz kafede mola vererek ortamın tadını daha bi yaya yaya çıkartmak isterseniz 1 gün daha ekleyin. Hele Christmas zamanı kurulan Christmas pazarları herkesin dilinde. Aralık'tan Christmas'a kadar gelecek olanlar bunu da göz önünde bulundursun.
Baden Baden'den 1 saatlik bir yolculuğun ardından Turist Information'ı buluyoruz merkezdeki Notre Dame Katedralinin yan tarafında. (Bu arada otoparklar çok da pahalı değil, haberiniz olsun. Biz İbis otelin oraya park ettik) 1.5 Avroya aldığımız harita bize ufak bir yürüyüş yolu da sunuyor. Gezmeye başlamadan önce Rohan Sarayı'nın arkasında yer alan gişeden akşamki kanal turu için kişi başı 12.5 Avroluk biletlerimizi de alıyoruz.
Bittiği 19. yüzyılda dünyanın en yüksek kulesine ev sahipliği yapan Notre Dame Katedrali'nden başlıyoruz gezmeye. Şehrin merkezi de burası. Kanallarla bir adaya çevrilmiş eski şehir kısmı çok güzel restore edilmiş binalardan oluşuyor. Yüzlerce yıl öncesinin sokaklarında dolaşıyorsunuz gibi ortam. Katedralin yan tarafında Rohan Sarayı var. Zamanında Napolyon'un da konakladığı bu saray şu an 3 ayrı müzeye ev sahipliği yapıyor: Güzel Sanatlar, Arkeoloji ve Kraliyet döneminden kalma eşyaların sergilendiği Dekoratif eşyalar müzesi. Ne yazık ki müze gezme işini bir sonraki ziyaretime bırakmak zorundayım. Bugün sokakların tadına varacağım. Yol üstünde St. Thomas Kilisesi'ne uğramaya çalışıyoruz lakin siyah takım elbiseli adamlardan anladığımız kadarıyla içeride bir cenaze var. Kanal boyunca kâh bu tarafta kâh öbür taraftaki binalara baka baka Petit France'ye ulaşıyoruz. Zamanında Fransız askerlerinde görülen bir cinsel hastalığı tedavi etmek için bu bölgede açılan hastane nedeniyle bölgeye önce France ardından da Petit France adı verilmiş. Şirin binalar ve kafeler görebilirsiniz bu bölgede. Biraz acıkınca oturuyoruz biz de birine. Menüde yer alan Flammkuchen çeşitlerinden rokfor peynirlisini sipariş ediyorum. İnce hamura bir çeşit yuvarlak pide/pizza Flammkuche . Ne yazık ki hazır Fransa'ya kadar gelmişken Creme Brule yiyemedim ama makaron buldum neyse ki bir pastaneden.
Petit France'nin az daha ilerisinde Les Ponts Couverts yer alıyor. Üç tane kuleye de ev sahipliği yapan bu köprüdeki kuleler zamanında mahkumları hapsetmek için kullanılıyormuş. Zaten zamanında Petit France'ın oralarda tabakhaneler varmış. Biraz daha doğudaki köprüler de özellikle çocuk ve akraba katillerinin demir kafeslerle suya batırılıp öldürülmesi için kullanılıyormuş. Bugünkü huzur veren ortamıyla geçmişi arasında çok fark var yani. Şimdilerde kanallar arasındaki ince uzun adacıklar parklara ev sahipliği yapıyor. Az daha ilerideyse Barrage Vauban (Vauban Barajı) yer alıyor. Biz gittiğimizde, içinden karşıya geçebileceğiniz pasajın iki tarafında modern sanat eserlerinin sergilendiği bir Bienal vardı.
Biraz daha yürüyüp, geri dönmek üzere Grand Rue'ya ulaşıyoruz. Kasım ayında son tur teknesi 17'de ve biz kalkışa 2 dakika kala yakalıyoruz tekneyi. Turlar tamamen dolu bu arada ve bizim gibi son anda gelirseniz son kalan koltuklara oturmak zorunda kalıyorsunuz. 1 saat 15 dakika süren tur boyunca 16 dilde rehberlik hizmeti sunuluyor (ne yazık ki aralarında Türkçe yok). Tur güzergahı ada haline gelmiş eski Strasbourg'un etrafını dolaşıp ardından kuzey doğudaki kanal boyunca yeni Avrupa Birliği binalarının oraya gidip geri dönüyor. Arada kanalların seviye farkı olan yerlerinde tekne kanalın ayrı bir yerinde duruyor ve bu kısım büyük kapaklarla kanaldan ayrılıp ya içine su doldurularak tekne yükseltiliyor ya da su boşaltılıp bir alt seviyeye iniliyor. Şehir hakkında bilgi almak adına faydalı bir tur olduğunu söyleyebilirim.
Turun bitiminde güneş de kaybolmuştu artık. Kasım başında akşamları 10 derecenin altına iniyor sıcaklık. Yine de turdayken gözümüze kestirdiğimiz gemiden bozma bir kafede alıyoruz soluğu. Strasbourg çok da deli pahalı bir şehir değil. 2.5 - 3 Avroya kahve veya bira içebilir 8 -9 Avroya Flammkuchen yiyebilirsiniz. Makaron her yerde olduğu gibi burada da pahalı bir tatlı. 8 li kutuya 10 Avro ödedik.
Eski şehir kısmı dediğim adanın, kuzey tarafında dolana dolana döndük arabamızı park ettiğimiz otele. Bu kısım çok daha yaşayan bir halde; lüks mağazalar, metro hattı, kalabalık otobüs durakları... Hepsi bu tarafta.
Ren nehrinin diğer tarafındaki Kehl şehri ile Strasbourg bitişik sayılır. Zaten iki ülke arasındaki sınırdan geçtiğinizi de kolay kolay anlayamıyorsunuz. Yol kenarlarında müşteri bekleyen fahişelerin arasından dönüyoruz Baden Baden'e. Yorgun olmasak civardaki Rus barlarını ziyaret etmek gibi bir planımız vardı ama çok yorulmuşuz. O da bir sonraki sefere kalsın.
Sabah kalkınca hangi kaplıcaya gideceğimize karat veriyoruz önce. Dün gece şehir merkezinde gördüğümüz Friedrichsbad dışında 3 tane daha isim buluyoruz. En son Caracalla da karar kılıyoruz. Yeşillikler arasında bir yerde Caracalla . 2 saatlik ücreti 16 Avro. Mekanda mayo, havlu, terlik gibi ihtiyaçlar satılıyor. Bunların hepsini yanınızda getiriyorsunuz, içeride size sunulmuyor haberiniz olsun. Soyunma odalarından geçip içeri giriyoruz. Friedrichsbad tamamen çıplak bir kaplıca ama Caracalla'da sadece duşlar ve saunada çıplak olmak zorunlu. İçeride yüzmek için derin havuz yok. Sadece ortada büyükçene bir sıcak su havuzu, etrafta değişik buhar banyosu, tuz banyosu, solaryum gibi seçenekler ayrıca dışarı kısımda yine sıcak su havuzu var. Özellikle soğuk ve karlı zamanlarsa dışarıda yüzmek çok daha keyifli olabilir.
Üst kat saunalar kısmı. Burada bir kaç küçük bir de büyük sauna var. Hijyen nedeniyle saunada havlunuzu serip üzerinde oturuyorsunuz ve vücudunuzun hiç bir kısmının ahşap oturma/yaslanma kısmına değmemesi isteniyor. Yaşlı, genç, kadın, erkek çırılçıplak huşu içinde oturuyor büyük saunada. Ortada bir çalışan köze su döküyor ve içerisinin havasını her yere yaymak için havlu ya da devasa bir yelpaze çeviriyor içeride. Işık oyunları ve hafif bir müzik de ortamı o kadar gevşetiyor ki meditasyon yapan bir çok kişi var etrafta.
Dışarı açılan kapıdan çıkınca 3 tane ahşap kulübe çıkıyor karşımıza. Tam geleneksel Fin hamamı şeklinde bu kulübeler. Yeşillikler içinde ahşap saunalarda da biraz vakit geçiriyoruz. En çok bu saunaları beğendim ben.
Ne yazık ki keyfi kesmek ve biran önce hazırlanıp uçağı yakalamak lazım. Baden Baden keyifli bir bölgede yer alıyor. Daha uzun süreli de gelinesi bir şehir.
.......
8 ay sonra bir kez daha Baden Baden'e gelme şansı buldum. Bu sefer önce Friedrichsbad'e gittik. Caracalla'dan farklı bir konsepti var Friedrichsbad'in. Girişte kişi başı 25 Euroluk en ucuz paketi aldık. Toplam 16 istasyonu dolaşabileceğiniz 3 saatlik bir program bu. (Biraz daha pahalı olanlarda masaj da var.) Yanınızda terlik, havlu, mayo götürmeniz gerekmiyor. Girişteki soyunma kısmında soyunup istasyonları gezmeye başlıyorsunuz. Saunalar, buhar odaları ve değişik sıcaklıktaki havuzlardan oluşan bu 16 istasyonlu tesis, Roma İmparatorluğu döneminde aynı yerde olan termal havuzun yerine inşa edilmiş. İsteyenler eski tesisin kalıntılarını da görebilirler.
Ertesi gün ise Alpine Coster'a binebileceğimiz Mehliskopf tesislerine gittik. Roller Coaster'dan çok daha eğlenceli bir şey ağaçların arasında uzanan tren boyunca rayların üzerinde yol almak. Kişi başı 4 €'luk bu eğlence gezinin en keyifli kısımlarından biriydi.
Fotoğraf Listesi:
1- Les Ponts Couverts'ten kanal manzarası
2- Petit France
3- Barrage Vauban gece ışıklandırılınca daha bir güzel görünüyor.
4- Bienal'de karşımıza çıkan işlerden biri.
5- Strasbourg'un kanalları ve parkları sonbaharda daha bir hoş.
6- Alpine Coaster
Önerilen Sayfalar:
Termal tesislerden hoşlananlar için Türkiye'den dört tavsiye:
* İzmir'de Bir Gün (Balçova kaplıcaları)
* Trabzon Merkez ve Ayder Yaylası (Ayder kaplıcası)
* Frig Vadisi'ni Gezememe (Afyon kaplıcaları)
* Bursa'da Huzur (Bursa kaplıcaları)
Almanya ve Fransa'dan gezi yazıları:
* Heildelberg
* Christmas Zamanı Hamburg'da 2 Gün
* Berlin in Berlin
* Paris'te İki Günde Ne Yedim?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder