29 Haziran 2015 Pazartesi

Atina Kaçamağı

Bu seferki gezim öyle son anda gerçekleşti ki organizasyon hızıma ben de şaştım :) Cumartesi sabah erkenden uyanıp kaç zamandır aklımda olan Atina gezisini hayata geçirmeye karar verdim. Önce internette bloglara göz gezdirdim: Nerede kalınır, nereler gezilmeli, neler yapılmalı, şehre nasıl ulaşacağım... Ardından kalacak yeri buldum; cumartesi sabahı o gece için yer bulmaya kalkınca merkezde en ucuz 50 €'ya bir yer bulabildim. Gerçi bu dediğim çift kişilik odaydı ama tek kişi fiyatı da aynıydı. Neyse çantamı hazırlayıp koyuldum yola. Bu gezi boyunca Triposo'nun Greece uygulaması çok işime yaradı unutmadan belirteyim.

Atina Havalimanı'ndan Şehre Nasıl Ulaşılır?


Öğleden sonra indiğim Elefterios Venizelos Havalimanı'nda pasaport kontrolden ,vizeniz varsa, kolayca geçiyorsunuz. Abuk sabuk sorularla girişinizi zorlaştırmaya çalışmıyor kimse. Havaalanında şehre 35-40 €'ya taksiyle, 8 €'ya metroyla (2 kişi olunca kişi başı 7 € diye okudum bir yerde), 5 €'ya da otobüsle ulaşabiliyorsunuz. 'To Metro' okları sizi Line 3'e bineceğiniz metroya götürüyor. Dikkatli olun ama, bir taraf tren hattı diğer taraf metro hattı. Yanlışlıkla trene binmeyin. İlk başta Grek alfabesini yadırgıyor insan ama bir süre sonra alışıyor. 


Mayıs Ayı Atina'yı Ziyaret Etmek İçin Uygun mu?


Aylardan Mayıs. Hava gayet uygun. Gündüz 25-27 derece civarları, akşamsa 15-16 derecelerle üşütmeden gezmeye izin veriyor. Kavurucu yaz sıcaklarındansa Mayıs bence ideal. Şehrin merkezi noktalarından biri Syntagma Meydanı. Yunanistan'daki halk ayaklanmaları sırasında ismini çok duyduğumuz bu meydana yarın askerlerin devir teslim töreni için geleceğim. Ayrıca meydanda kocaman bir stand 1919 Pontus Soykırımı konusunda bilgi veriyor. "Ne ki bu?" diye bakarken beni ilgili görüp elime broşür ve CD tutuşturdular. Eve dönünce bakarım. Tarihi bir de karşı tarafın gözünden incelemek, neler söylediklerini dinlemek lazım.


Önce yürüyerek otelime ulaşıyorum. Şehir merkezine yürüme mesafesindeki otelim yine de biraz kenar bir semtte kalıyor. Önceki halini görmeden ama rahatça tahmin ederek şunu söyleyebilirim: Yunanistan'da ekonomik çöküş hayatın her alanına yansımış durumda. Kapalı dükkanlar, merkezi konumuna rağmen harabe olarak bırakılmış binalar, dilenciler, çöplerden bir şeyler toplayanlar... Turizm yeniden toparlanmaya başlamış gibi ama Yunanistan'ın sıradan bir Balkan ülkesi durumundan Avrupa ülkesi konumuna geçmesi on yıldan uzun sürecek gibi. 


Yaklaşık 48 saatim var Atina'da. Bu cumartesi gününü ortamı koklamaya ayırıyorum. Çantamı odama bıraktıktan sonra Monastiraki Meydanı'na ulaşıp başlıyorum merkezi turlamaya. Monastiraki'yi Atina'nın Sultanahmet'i gibi düşünün. Turistik merkez orası. Burdan Akropolis'i karşınıza alıp sola giderseniz Plaka'nın sokaklarına ulaşırsınız. Sağa giderseniz Pazar sabahı bit pazarına ev sahipliği yapacak, hediyelik eşyalar satan dükkanların olduğu sokakları görebilirsiniz. Ben de hiç bilmediğim bu sokakların büyüsüne kaptırıyorum kendimi. Akropol'deki Parthenon'u (o gördüğünüz sütunlu yapının adı Parthenon, tepenin üstündeki alanın adıysa Akropol) hemen her sokaktan görebiliyorsunuz. 


Yemek Yemek İçin Tavsiyeler


Sokaklarda turlarken yavaş yavaş midemin gurultusuna da kulak kabartmaya başladım. Mekanların çoğu menülerini görülebilecek yerlere koymuşlar. Adrianou Sokağı 144 numaradaki mekan çok dikkatimi çekiyor: Ta Giouvetsakia.Yaşlı garsonları, yerel mezeleri, makul fiyatlarıyla mekana o kadar ısınıyorum ki biraz daha dolaşıp yine orda alıyorum soluğu. Türkçe menüleri bile var. Bildiğimiz mezelerin Yunan versiyonlarını görmek için ideal. Mesela cacık bizdeki gibi kaşıkla içilen, sıvı bir yemek değil de yoğun bir meze olarak geliyor masaya. Önce bi kadeh beyaz şarap söylüyorum test etmek için. Beğenince karafta 0,75 cl sipariş vermeye karar veriyorum ama saçlarını boşuna beyazlatmamış garson "yarım karaf getireyim yeter sana o" deyip koca şişeyi içmemi engelliyor. İçki masadında herhangi biri bana "Daha içme" ya da "Ondan içme" derse hep söz dinlerim. Kim olduğunun hiç önemi yok; şimdiye kadar söz dinlemediğim ve dinlediğim için pişman olduğum hiç olmadı. Gerçekten de yarım karaf bana fazlasıyla yetiyor. Bahşiş dahil 3 meze, 1 Greek Salata ve şaraba 29 € ödeyip kalkıyorum masadan. Bi şişe şarabın 9 € olması ne şahane! Yurtdışında en sevdiğim şey restoranlardaki içki fiyatlarının bizdeki gibi deli pahalı olmaması. 


Hem yol yorgunluğu hem de şarap beni gece alemlerine akmaktan alıkoydu. Yaşlanınca, yarın sabah erken kalkacağını göz önünde bulunduruyor insan. 10.30 demeden giriyorum yatağa. 7'de bile kalkamıyorum pazar sabahı, öylesine yorulmuşum.


Atina'da Öncelikle Nereler Gezilir?


Şöyle bir şablon çıkartabilirim size:


- Monastraki Meydanı ve Bit Pazarı, Tzistarakis Camii

- Yunan Agora'sı ve Stoa of Attalis, Hephaistos Tapınağı
- Akropol ve Parthenon, Erechtheion, Herodes Atticus Tiyatrosu
- Roma Agora'sı ve Rüzgar Kulesi, Fethiye Camii, Hadrian Kütüphanesi
- Syntagma Meydanı ve Parlamento Binası, Meçhul Asker Anıtı, National Garden, Zeus Tapınağı, Hadrian Kemeri, Panatanik Stadyum, 
- Lycabettus Tepesi
- Pnyx ve Philopappos Anıtı, Agios Dimitrios Loumbardiaris Kilisesi, Kerameikos

Birbirlerine yakınlıklarına göre bu şekilde sınıflandırabiliriz gezilecek görülmesi gereken yerleri. Ne yazık ki herhangi bir müze gezmedim vaktim olmadığından.


Monastraki Meydanı:


Güne Monastraki Meydanı'ndaki Tzistarakis Camii önünden başladım. Atina'da ibadete açık herhangi bir cami bulunmuyor. Bağımsızlık savaşı sonrası Türkler şehirden uzaklaştırılınca var olanlar da başka amaçlarla kullanılmak üzere dönüştürülmüş. Tzistarakis de günümüzde Yunan Halk Sanatları Müzesi olarak işlev görüyor. Pazar sabahları, meydanın öbür tarafından devam edip önce ara sokaklardaki sonra da yolun ilerisindeki eski eşya satıcılarına ulaşabilirsiniz. Bit pazarı diğer ülkelerdekiler kadar etkilemedi beni. Sen Petersburg'daki ya da Viyana'daki bir pazarı daha etkileyiciydi.


Yunan Agorası:


Geri dönüp Yunan Agora'sıyla antik yapıları gezmeye başlıyorum. Girişte alınacak 12 €'luk bilet Yunan Agorası dışında Akropol, Zeus Tapınağı, Hadrion Kütüphanesi, Roma Agorası ve Kerameikos'a da giriş bileti aynı zamanda. Her bir mekana girişte kapıda biletin bir parçasını yırtıyorlar. 


Yunan Agorası kısmında sizi öncelikle Stoa of Attalis bekliyor. Bu tarihi yapıda çok sayıda eski çanak çömlek, heykel ve takı sergileniyor. Çok enteresan eşyalar var sergilenenler arasında ama özellikle çok ilgimi çeken birisine dikkat çekmek isterim: Yunan Demokrasisinin bir döneminde yapılan seçimler Tiranları önlemeye yönelik bir uygulama içeriyormuş. Yapılan seçimde en istenmeyen kişi seçiliyor ve on yıl boyunca şehirden sürgün diliyormuş. Böylece negatif uçların törpülenmesi sağlanıyormuş. İşte o seçimler zamanı çanak çömlek parçaları üzerine kazınmış isimler şeklinde kullanılan oyların bir kısmını bu müzede görebilirsiniz.


Yunan Agorasında, binlerce yıl önce Atina'daki hayatı gözünüzün önüne getirebileceğiniz bir çok yapı var. En sağlamlarından biri Hephaistos Tapınağı. Agoranın öbür tarafındaki bu sütunlu tapınak binlerce yıllık geçmişine rağmen hala gayet iyi durumda. Agoradan yukarı çıkarken karşınıza çıkacak 10. yüzyıldan kalma kilisenin adı ise Holy Apostles. Aslında agoralar ve tarihi yapılarda, şehir devleti sonrasındaki bütün Bizans ve Osmanlı zamanına ait değişiklikler yıkılmış ve yapılar daha önceki dönemlere göre restorasyon edilmiş durumda ama bir tek bu kiliseye nedense dokunulmamış. 


Akropol:


Agoranın üst tarafındaki çıkışından sağa giderseniz Akropol'e ulaşabilirsiniz. Göründüğü kadar çok tırmanmak gerekmiyor lakin yapıların heybetinden herhalde ilk görüşte "nasıl tırmanacağım ben oraya?" dedim içimden. Akropolün girişinde Athena Nike tapınağı sizi karşılıyor. Yukarı çıkıncaysa karşınızda koca Parthenon var. Hala tadilatta olduğunu belli eden etrafındaki vinçlere rağmen çok etkileyici bir görünümü var. (Sanırım Avrupa Birliği fonlarından restorasyon amacıyla alınan paraları politicalılar bir şekilde hacılamışlar.) Parthenon'un heybeti şehrin değişik yerlerinden rahatlıkla görülüyor. O parlak devirlerinde burda olsam gözlerimi alamazdım herhalde... Şu anda çoğu kısmı yıkık olan Parthenon'la ilgili ilginç hikayelerden birisi de şöyle: Osmanlılar zamanında yanına minare dikilip camiye çevrilen Parthenon'un bir kısmı aynı zamanda cephanelik olarak kullanılıyormuş. İşte bir Venedik saldırısında Parthenon'a isabet eden top mermisi cephaneliği havaya uçuruyor. Yapı, en büyük tahribatlarından birini o zaman yaşıyor, çatının bir kısmı çöküyor.


Akropol'de Parthenon dışında bir başka ilgi çekici yapı da Erechtheion. Şehrin ana tanrıçası Athena ve Poseidon'a adanmış bu tapınağın en ilgi çekici yanı kadın vücudu şeklinde yapılmış sütunları. Yapı MÖ 400'lerde inşa edilmiş ve Osmanlı zamanında şehir valisinin haremi olarak işlev görürken en büyük hasarlarından birini Yunan Bağımsızlık Savaşı sırasında Osmanlı topçusunun saldırısı sırasında almış. Şu anda orijinal sütunların beşi replikalarıyla değiştirilmiş ve orijinalleri restorasyon sonrası Akropolis Müzesi'nde sergilenmeye başlamış. Altıncı sütun ise 19. yüzyıl başlarında Lord Elgin tarafından İngiltere'ye kaçırılmış ve şu an British Museum'da sergileniyor. Bu arada Osmanlılar zamanında Akropoldeki bir çok eser de Lord Elgin tarafından Osmanlılardan alınan izinle İngiltere'ye götürülmüş ve şu anda sergilendikleri British Museum'a satılmış. 1983 yılında Yunan hükümeti eserleri geri istemiş ama henüz bir sonuç elde edilememiş tıpkı Anadolu'dan kaçırılıp Berlin'de sergilenen Bergama Sunağı gibi. Bazen tarihe, sanata sahip çıkmayan yöneticileri görünce kalması mı daha iyi geri getirilmesi mi kararsız kalıyor insan...Parthenon'un arka tarafından bakarsanız Herodes Atticus Tiyatrosu'nu üstten görebilirsiniz. Anadolu'dakiler kadar etkileyici bir yapı bu da. 


Roma Agorası:


Akropol'den aşağı inince sağa devam edip Roma Agorasına geçiyorum. Athena Archegetis Kapısından geçerek girilen Roma Agorası içinde yer alan Rüzgar Kulesi etrafı çevrilip tadilata alınmış. Bizans döneminde yan tarafına inşa edilen kilisenin çan kulesi, Osmanlılar zamanında yarısına kadar toprağa gömülü halde tekke olarak kullanılan bu kule, M.Ö. 50 yılı civarında rüzgarın yönünü tespit etme ve içindeki su ve güneş saatleriyle dünyadaki ilk saat kulelerinden biri olarak inşa edilmiş. Bu arada dünyanın değişik yerlerinde (Oxford, Londra, Sivastopol vs.) bu kulenin mimarisi örnek alınarak yapılmış kuleler bulunmaktadır. 


Roma Agorasının hemen yan tarafında bulunan ve 17. yüzyılda Osmanlılar tarafından yapılan Fethiye Camii de şu anda restore edildiği için kapalı. Yıllar içinde kilise, okul, askeri hapishane ve hatta bir dönem askeri fırın olarak kullanılan bu yapı en son Agorada bulunan tarihi eserlerin saklandığı depo görevi görmekteymiş. Roma Agorasının hemen alt tarafında görkemli ön duvarının çoğu günümüze kadar ulaşmış Hadrian Kütüphanesi yer alıyor. Roma İmparatoru Hadrian'ın yaptırdığı bu yapının girişinden bile ne kadar şaşaalı olduğu anlaşılabiliyor. 


Syntagma Meydanı:


Buradan biraz doğuya yürürseniz Syntagma Meydanı'na dolayısıyla Parlamento Binası ve önündeki Meçhur Asker Anıtında nöbet tutan, saatte bir de törenle nöbet değişimi yapan aslerlerin olduğu yere ulaşırsınız. Daracık tayt ve pileli elbiseleri içinde, ayaklarında ucu ponponlu ayakkabı olan ve başlarındaki şapkanın kenarından sarkan püskülleri nöbetçi subay tarafından mütemadiyen düzeltilen bu askerlerin saat başı yaptıkları nöbet değişimi töreni çok eğlenceli. Keza nöbet değişimini beklerken askerlerle fotoğraf çektiren turistler kurallara (her seferinde yalnız bir kişi fotoğraf çektirecek, askerlere ellemek yasak vs.) uymadıklarında kımıldaması yasak askerlerin silahlarını sertle yere vurarak nöbetçi subayı çağırmaları ve nöbetçi subayın turistlere çok da sert görünmemeye çalışarak kuralları uygulamaya çalışması komik görüntüler ortaya çıkarıyor. Askerlik konseptini sorgulamak Atina'da çok daha kolay olur sanırım. 


Parlamento'nun yan tarafındaki Park şehirde görebileceklerinizin en düzenlisi. Örneğini gelişmiş Avrupa ülkelerinde görebileceğiniz Ulusal Bahçe 1840 yılında Kraliçe Amalia tarafından açılmış. Zamanında dünyanın değişik yerlerinden getirilmiş bitkilerin çoğu ne yazık ki zorlu Akdeniz iklimine dayanamayıp kurumuş. Yine de şehri gezerken mola vermek isteyenler bu gün doğumundan gün batımına kadar açık olan parkta keyifli bir mola verip isterlerse bu molayı pikniğe bile çevirebilirler.


Parkla ilgili ufak bir hikayeyi de paylaşayım. Malum Yunanlılarla Türkler arasında savaş halindeki iki düşman olma durumu daha yeni yeni duruluyor. (Bizde de Yunanlılarda da hala savaş ortamını körüklemek isteyen kesimler mevcut tabii ki.) Anlatacağım hikaye 1919-1923 arasında geçiyor. Venizelos Kral Alexander'ın altında hükümeti yönetmeltedir. Bir önceki Kral 1. Konstantin Alman hükümetine yakın görüşleri nedeniyle İngiliz-Fransız güçleri tarafından tahtını oğluna devretmek zorunda kalmıştır. Venizelos Megali İdea görüşüyle Anadolu'nun bir kısmının da Yunanistan'a bağlı olmasını savunup İngiliz ve Fransız hükümetlerinden aldığı güçle İzmir'e saldırır. Savaşın başlangıcından bir sene sonra, 30 Eylül 1920 günü Kral Alexander bu parkta gezerken sahibi tarafından parkta gezdirilen evcil bir maymun tarafından ısırılır ve 3 hafta sonra da ölür. Alexander'ın ölümü üzerine 1. Konstantin yeniden başa geçer. Bu dönemde yapılan seçimleri rakibi Dimitrios Gounaris kazanınca Venizelos iktidarı kaybeder. Bu değişen politik ortamda Yunan ordusunun askeri gücü zayıflar ve ardından İngiltere ve Fransa Yunan ordusundan desteğini çeker. İşte Türk tarih kitaplarında "Yunanlıları İzmir'de denize döktük" Yunan tarih kitaplarında "Büyük İzmir Yangını" olarak geçecek yenilgi bu şartlar altında gerçekleşir. Tam bu parkta yaklaşık 100 sene önce bir maymunun kralı ısırması sonucu tarih başka şekilde yazılır. Güney Amerika'da kanat çırpan kelebeğin yarattığı fırtına bu olsa gerek...


Parktan çıktıktan sonra hemen yan tarafta Panatenik Stadyum'u göreceksiniz. 1886 olimpiyatları için inşa edilmiş bu stadyum bizim gibi sadece futbol maçlarına uygun stadyum bilenler için ilginç bir yapı olabilir.  Burdan devam ederseniz bir kaç sütunu hala ayakta bir tanesi ortaya saçılmış bisküvi paketi gibi yerde yatan Zeus Tapınağı'na ulaşabilirsiniz. Burdan da Akropol çok güzel görünüyor. Hadrian Kemeri de hemen yan tarafta. 


Lycabettus Tepesi:


Hala yürüyecek dermanı kalanlara güneşin batışını izlemek için Lycabettus Tepesi'ne çıkmalarını tavsiye ederim. Taksiyle ya da yürüyerek Aristippou Sokağı'na giderseniz burdan yarım saatte bir hareket eden teleferik (bizdeki finükülere karşılık geliyor) için gidiş dönüş 7 €'luk biletten alabilirsiniz. Bu sokağa tırmanmak için yürüyenler bundan sonrasını da yürümeye kalkabilirler aslında, bi bu kadar daha tırmanmak gerekiyor çünkü. Yukarıda yer alan mekanda Akropol manzarasında bira içmek çok keyifli. Bira fiyatı da deli pahalı değil 50'lik bira 5 €. Tepedeki kilisenin bir tarafında oturup Akropol manzarası izlenebilirken diğer tarafta yemeğinizi yerken güneş batışını izleyebilirsiniz. Ya da güneş batışını sırf bunun için gelmiş turistlerle beraber kilisenin avlusundan da izleyebilirsiniz.


Dönüşte yeniden Plaka'ya geçtim ve masalardaki pizzalara kanıp Antica Cafe isimli mekanda pizza yedim. Göründüğü kadar lezzetli değildi pizzalar. Bugünü de tamamlama vakti geldi böylece. Son günümde öğlene kadar vaktim var; sabah erken kalkmazsam yalan olur son gün.


Pnyx:


Sabah yine erkenden başlıyorum güne. Odamı boşaltıp çantamı resepsiyona teslim edip vuruyorum kendimi yollara. Planımdaki yerlerden bir tek Pnyx tepesi kaldı geriye. Yolumun üstündeki Keramiakos'a uğruyorum önce. Seramiğe adını veren bu alanda eskiden seramik ve çanak-çömlek atelyeleri bulunuyormuş. Ortasından dere geçen ve mezarlık kalıntılarına da ev sahipliği yapan bu alanda özellikle mezar taşlarına dikkatinizi çekmek isterim. 


Sokak aralarından yürümeye devam edince evlerin b
ittiği yerde zeytinlikler başlıyor. Zeytin ağaçları arasından yürüyüp önce Ulusal Gözlemevi'ne ulaşıyorsunuz. 1842 yılında kurulan bu Yunanistan'ın ilk gözlemevini geçince ise yakın zamanlarda keşfedilmiş bir alana ulaşılıyor. Pnyx tepesi M.Ö. 500'lerde Yunan Demokrasisi altın çağlarını yaşarken buraya inşa edilmiş Bema denilen ahşap platformda, Parthenon'a karşı Ekklesia denilen toplantıların yapıldığı yermiş. Herkesin özgürce fikirlerini tartıştığı bu platformda kimi kaynaklara göre 6000 kişilik toplantılar yapılabiliyordu. Temsili demokrasi öncesi dönemdeki doğrudan demokrasi denemelerinin başlangıç yerlerinden biri sayılabilir burası.


Pnyx tepesinde ağaçların arasındaki patikalardan ilerlemeye devam ederseniz karşınıza Agios Dimitrios Loumbardiaris Kilisesi çıkacak. Zeytin ağaçları arasında, ıssız bir yerde 12. yüzyılda yapılmış bu kilisenin en çok duvarlarına bayıldım. Karmaşık bir şekilde bu kadar şahane bir eser çıkarmak çok büyük bir sanatsal bakış gerektiriyor. Kilisenin önündeki tabelada kilisenin mucizelerinden biri olarak 1600'lerde şehrin kumandanı olan Yusuf'un kiliseyi bombalamasının ertesi günü üstüne düşen yıldırım nedeniyle ailesiyle beraber ölmesinin hikayesini okuyabilirsiniz. 


Patikalar arasında devam ederseniz son olarak karşınıza Philopappos Anıtı çıkacak. Akropolün merdivenlerinden inerken de tam karşınızda görebileceğiniz bu anıtla Atina gezimi bitiriyorum. Anıttan aşağı patikalar boyunca kıvrıla kıvrıla yürürken Atina'ya yeniden gelmenin planlarını yapıyorum kafamda. Bu sefer Pire Limanına ve Korint Boğazına giderim. Yeniden Ta Giouvetsakia'da sokağa nazır yemek yerim. Yalnız gelmezsem yine Lycabettus Tepesi'ne çıkarım... Müzeler var daha gezilecek...


Fotoğraf Listesi:


1- Atina denince akla ilk gelen yer Akropol'deki Parthenon Tapınağı.

2- Akropol'e çıkarken sağınızda göreceğiniz Herodes Atticus Tiyatrosu.
3- Saat başı yapılan nöbet değişimi için gelen süslü askerler.
4- Akropol'de, şehir merkezinden de görülebilen, kadın vücudu sütunlu Erechtheion Tapınağı.
5- Yunan Agorasında yer alan Zeus Tapınağı.
6- Bu da Olimpiyat Stadyumunun alt tarafında yer alan Zeus Tapınağı kalıntıları ve arkada Akropol.
7- Nöbet değişimi törenindeki askerler.
8- Atina sokaklarında çok güzel duvar resimleri sizleri bekliyor.
9-  Atina gezimde beni en çok şaşırtan görüntülerden biri Pynx tepesindeki Agios Dimitrios Loumbardiaris Kilisesinin duvarlarıydı. 

Önerilen Sayfalar:


Karayoluyla Yunanistan & Bulgaristan 1 - Dedeağaç, Gümülcine, İskeçe, Kavala 
Karayoluyla Yunanistan & Bulgaristan 2 - Halkidiki, Selanik ve Seres
- Gökçeada
İzmir'de Bir Gün
Trabzon Merkez ve Ayder
Kıbrıs'ın plajları, Karpaz ve Son Kale Bufavento
Frig Vadisi'ni Gezememe
Bozcaada'da Kısa Bir Tatil
Üç Eski Rum Köyü...
Sümela Manastırı


2 yorum:

  1. Sehrimi guzel gezmissin Dincer'cim ! :) Ellerine saglik.. Atina'yi tarihi olarak gezdigine gore bundan sonrsi yeme icme ve adalar olsun.. Enfes adalari var o malum populer olanlar disinda ! Bu arada Eylul 18 / 23:20 ucusu ile Atina'ya gidiyoruz yine.. Pilotumuz olsan ya :))) !

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. :) İlk Yunanistan gezimden ben de çok memnun kaldım. Adalar konusundaki önerilerine açığım.

      Sil