Ve Brüksel'deyim. Öğlen gibi Noord İstasyonunda inip hostelime geçtim. Daha önce iş için defalarca gelip bir kaç saatliğine sokaklarını arşınladığım Brüksel'e bu sefer çok daha fazla vakit ayırabilirim.
Çantamı hostelin bagaj odasına atıp vurdum yollara. Atomium Brüksel denince çok kullanılan bir sembol ama biraz şehrin dışında. Eminim metroyla çok kolay ulaşılıyordur ama ben hem şehrin havasını koklamak hem de yürüyüp şehrin tadını çıkarmak için 1.30 saat kadar dolana dolana gidiyorum Atomium'a. Önce 1900'lerin başında inşa edilmiş olan Sacred Heart Bazilikasını ziyaret ediyorum. Çok büyük bir tapınak olmuş burası. Ardından haritada yakınlarda bir şato olduğunu görüyorum. Şehrin daha eski yerleşimlerinden geçip önce lüks konutlara sonra da şatonun olduğu koruluğa ulaşıyorum. Ne yazık ki şato özel mülkiyet olduğu için ziyarete kapalı.
Sonunda Atomium'un ordayım. Hani bir Expo Fuarı vardı; İzmir adaydı da Milano kazanmıştı. İşte o Expoların 1950'lerde yapılmış bir tanesi için inşa edilmiş bu yapı; tıpkı zamanında Eiffel Kulesi'nin Expo için inşa edilmesi gibi. Eiffel Kulesi Atomium'dan daha meşhur tabii ama bu yapı da onun kadar etkileyici. Atomium'un fotoğrafını buraya çekine çekine koyuyorum çünkü telif hakları konusunu öyle bir noktaya taşımış ki Belçika Telif Hakları Ajansı, fotoğrafını koyanlara bile "Sizi dava ederim!" şeklinde mail atıyormuş. Bakalım bu blogu görüp bana da mail atacaklar mı? :)
Yürüye yürüye merkeze gelirken kocaman bir duvarın boydan boya Corto Maltese bölümlerinden karelerle kaplandığı bir duvar dikkatimi çekiyor. Belçikalılar dünyada Corto Maltese'i en çok seven millet olabilir; daha önce de ikinci el çizgi romanlar satan bir dükkanda 70'lerde Belçika'da yayınlanmış Corto dergileri bulmuştum. Rick'in Sanat Botunun bağlandığı kanalda yer alan duvar resmi daha ne kadar durur USC bilir.
Şehir merkezinde hostelimin hemen arkasında yer alan çizgi roman müzesi bir sonraki ziyaret edeceğim yer. Yarın günümün önemli bir kısmını Art Nouveau'ya ayıracağım, bu bina da Belçika'da Art Neuveau denince ilk akla gelen mimar Victor Horta'nın elinden çıkmış. Girişinde yer alan dükkanda Corto'nun Hugo Pratt öldükten yıllar sonra bu sonbaharda yayınlanan 13. bölümü bir kaç hafta önce satışa çıkmış. (Bu arada şehir merkezinde sıra sıra çizgi roman dükkanları da bolca seçenek oluyor haberiniz olsun.)
Aralıkta erken kararıyor hava, ben de biraz hostelimde dinlenip ardından soluğu Delirium'da alıyorum. Bildiğim kadarıyla Brüksel'in en meşhur barı burası; dünyada en çok çeşit birayı bulunduran bar bile olabilir. Bir dönem aynı isimle Taksim'e de bir bar açılmıştı ama çok dayanamadı. Neyse ki artık eskisinden daha fazla çeşit bira var piyasada.
Brüksel'deki ikinci günümde Art Nouveau'nın peşinde yürüdüm durdum. Bunu ayrıca anlatayım size hem belki Brüksel'de sanatsal bir macerayla yürümek isteyenler çıkar. Önce şehir merkezinde, haritada ucu aşağıya bakan bir beşgen gibi gözüken bölgede neler görülebilir onu anlatayım.
Öncelikle Brüksel'in merkezi Grand Place altın yaldızla parlatılmış binalarıyla çok ilgi çekici bir meydan. Brüksel'in ilk başladığı nokta burası. Zamanında pazar yeri olan meydan gittikçe bölgede yerleşimin gelişmesine vesile olmuş. Meydanı ellenmekten parıl parıl parlayan kadın heykelinin yanındaki aradan (Rue de l'Etuve) terk edip 50-100 metre yürürseniz bu sefer Brüksel'in meşhur işeyen çocuk Manneken Pis heykeli karşınıza çıkıyor. Heykelle ilgili rivayetler muhtelif; kâh patlamak üzere olan bombanın fitiline işeyip söndüren bir çocukla ilgili efsane anlatılıyor kâh buralarda kaybolan zengin bir kadının çocuğu kenarda işerken bulununca kadının bu heykeli yaptırdığı. Her ne olduysa olmuş ve bu heykel günümüzde bir çok yerde karşımıza çıkan (filmlerde görmüş olabilirsiniz mesela böyle heykeller) işeyen çocuk figürünün ortaya çıktığı yer olmuş. Bu heykelin kız çocuk versiyonu Jeanneke Pis de 1980'lerde Delirium'un olduğu sokağa yerleştirilmiş.
Güneye devam ederseniz Place du Jeu de Balle'de öğlene kadar açık olan bit pazarı çıkacak karşınıza. Bunun az altında da Halle Gate. Günümüzde müze olarak kullanılan Halle Gate zamanında şehrin kapılarından biriymiş. Yıllar boyunca şehrin surları ve kapıları yıkılmış ama burası zindan olarak kullanıldığı için günümüze kadar ulaşabilmiş.
Buradan geriye doğru dönüp Palais de Justice yani Adalet Sarayı'na ulaşabilirsiniz. 2015 Aralık ayı Paris'te bombalı saldırıların hemen ertesi olduğundan Brüksel'de güvenlik önlemlerinin çok arttırıldığı bir dönemdi. Tren Brüksel'e gelirken eli silahlı bir asker çantamı didik didik aradı. Sokaklarda özellikle sinagog ya da önemli devlet binalarının önünde elinde uzun namlulu tüfeklerle askerler nöbet tutuyorlardı. Adalet Sarayı'nın önü de aynı durumdaydı anlayacağınız. Adalet Sarayı eğimli bir arazinin üst tarafına inşa edilmiş. Eğer tırmanmaya üşenirseniz alt caddedeki asansörle de çıkabilirsiniz. Adalet Sarayı'nın hemen yan tarafında 1. ve 2. Dünya Savaşında ölen piyade askerler anısına dikilen anıt da bu eğimli topografyadan faydalanıp şehir manzarasına doğru bakıyor.
Bir yan sokağa dönerseniz Avrupa'nın Büyük Sinagogu karşınıza çıkacak. Yine önünde silahlı askerler olan, kapıları ziyaretçilere kapalı, sinagog olduğu çok zor anlaşılan bir Yahudi Tapınağı var karşımızda. Dünyanın bir çok ülkesindeki Sinagogun ortak noktaları bunlar sanırım.
Brüksel'in önemli turistik yerlerini görmüş durumdasınız aslında. Ama eğer mimari peşinde Brüksel sokaklarında yaklaşık yarım günlük bir yürüyüş yapmak isterseniz size bir öneri sunabilirim.
Öncelikle gerekli malzemeler:
- Rahat bir yürüyüş ayakkabısı ve mevsime uygun kıyafet
- Tablet ya da akıllı telefonunuz varsa ücretsiz Triposo uygulaması ya da sokak isimlerini de gösteren detaylı harita
- Bilmeyenler için internette Art Nouveau'yu (Arnua okuyun havalı oluyor) anlatan bir tanıtıcı yazı - ki gezi sizin için daha anlamlı olsun.
Bu gezide sırasıyla görülecekler:
- Hotel van Eetvelde
- Maison St-Cry
- Temple of Human Passion
- Cauchie House
- Hotel Solvay
- Hotel Tassel
- Horta Museum
Art Nouveau ilhamını doğadan alan ve mimari, dekorasyon, tasarım ve resimde kendini gösteren bir sanatsal akım. Victor Horta'nın Brüksel'de yaptıklarından sonra Gaudi'nin Barselona'da yaptıklarını da bu akıma dahil edebiliriz.
Şimdi 'Arnua' peşinde yollara koyulabiliriz. Önce Türklerin yaşadığı sokaklardan geçip Horta'nın 1893'te inşa ettiği Maison Autrique'e gidiyorum. Chaussee de Haecht'te 266 numarada yer alan bu yapının tam karşısında Meyhane isimli bir Türk Restoranı yer alıyor.
Ardından Avenue Palmerston'un gölete yakın kısmında bulunan Hotel van Eetvelde'e geçiyorum. Bu bina Özgür Kongo Devleti adı altında Afrika'da Belçika sömürgesi olan toprakların yöneticisi Edmond van Eetvelde için yapılmış. (Batıda sanatın gelişmesinin dünyanın geri kalanının sömürülmesi üzerine kurulu olduğunu bu örnek çok güzel gösteriyor sanırım.)
Yeşillik Ambriorix Meydanı'nın kuzeyine geçince bu sefer karşınıza Maison St-Cry çıkıyor.
Cinquantenaire Parkı'nın girişinde yer alan The Temple of Human Passions'ın mimarı da Horta lakin bu yapı henüz Art Nouveau tarzını ortaya çıkarmadan önce neo klasik tarzda tasarladığı bir yapı. İçindeki rölyef de yapı kapalı olduğu için görülemiyor.
Cinquantenaire Parkı'nın öbür tarafına geçince Rue des Francs'ın girişinde bu sefer başka bir mimarın, Paul Cauchie'nin, elinden çıkma Cauchie Evi çıkıyor karşımıza. Eşiyle beraber biraz da kendi reklamlarını yapmak için inşa ettikleri bu binanın üst katları bugünlerde kiralanabiliyor. Zamanında binanın ünlü Belçikalı çizer Herge'in meşhur karakteri Tenten için müzeye dönüştürülmesi düşünülmüş ama bu proje bir türlü hayata geçememiş.
Brüksel'de 3 tane daha Horta'nın elinden çıkma Art Nouveau ev yer alıyor. İlki Avenue Louise'de yer alan Hotel Solvay. Zengin bir Belçikalı kimyagerin oğlu Armand Solvay için yapılmış bu yapıda da Horta hiç bir detaydan kaçınmamış.
Bir sonraki ev Hotel Tassel, Hotel Solvay'a çok yakın. Yolun karşısına geçip Rue Tasson Snel'e girince karşınıza çıkıyor. İlk gerçek Art Nouveau ev kabul edilen bu yapı 1893-1894 yıllarında inşa edilmiş. Horta'nın diğer Art Nouveau eserleri gibi bu da UNESCO Dünya Mirası Listesi'nde yer alıyor.
Buraya kadar olan evlere uzaktan bakıp dış cephesine hayran kalmak çok güzel de Art Nouveau baştan başa tüm evin ve ev içindeki detaylarla objelerin de tasarlanması gerektiğine inanan bir akım. Ne yazık ki yılda 1-2 kez ziyarete açılan günlere denk gelmediyseniz ve bu günlerde de özel gruplar içinde yer alıp yaklaşık 40 € ziyaret ücreti vermediyseniz şimdiye kadarki evleri ziyaret etme şansınız yok. Ancak en son ev Victor Horta'nın kendi evi artık müze olarak hizmet veriyor. Hotel Tassel'e 300-400 metre uzaklıktaki Horta Müzesi 14.00 - 17.30 saatleri arasında açık ve 8 €'ya gezilebiliyor. İşte asimetrinin ne kadar uyumlu eserler ortaya çıkarabileceğini, ev içinde elektrik anahtarlarından dolap tasarımına, yer mozaiklerinden merdiven korkuluğuna her detayın düşünülmesinin neler ortaya çıkarabileceğini bu evde görebiliyorsunuz. Ne yazık ki içeride fotoğraf çekmek yasak ama müzenin dükkanında satılan Victor Horta'yı anlatan kitap bu evin her türlü detayını hem gösteriyor hem de Art Nouveau'yı ve Victor Horta'yı detaylı şekilde anlatıyor.
Art Nouveau yapılar bu kadar mı? Tabii ki değil. Rue de l'Aqueduc'ta yine Horta'nın elinden çıkma Maison Sander Pierron, Jules Brunfaut'un Avenue de la Jonction'daki Hotel Hannon'u, Defacqzstraat'ta Paul Hankar'ın yaptığı Maison Personelle ve Maison Ciamberlani, Rue Faiderstraat'ta Albert Roosenboom'un tasarladığı Maison Personnelle... Eğer şimdiye kadar gördüklerinizi begendiyseniz 2-3 sokak yakınınızdaki bu Art Nouveau eserleri de görebilirsiniz.
Bu arada Hotel Tassel'in hemen yan sokağında (Rue de Livourne) yer alan La Tsampa vejetaryen yemekler sunan bir restoran. Öğlen 12.00 - 14.30 arasında öğlen yemeği için burayı ziyaret edebilirsiniz.
Peki o kadar gezdik ya yemekler? Öncelikle envai çeşit sosla sunulan patates kızartmasını kaçırmamanızı tavsiye ederim. Benim favori sosum Endülüs. Samuray'ı da seviyorum. Bir de meşhur Waffle'ı var tabii Brüksel'in. Ben özellikle Waffle Factory isimli mekanın Waffine'ini çok beğendim. Daha sonradan Belçikalı bir arkadaşımla sohbetimde Maison Dandoy'un Waffle'ının daha güzel olduğunu öğrendim; bir dahaki sefere oraya uğramayı düşünüyorum. Bu iki mekan da Grand Place'in yukarıda bahsettiğim kadın heykeli tarafındaki sokağından çıkınca biri ilk solda diğeri ikinci solda yer alıyor.
Brüksel'e 3 gün ayırdım ama 2 gün yetti bana. Kalan bir günümde de Lüksemburg'a gideyim bari; hazır buralara kadar gelmişken orayı da görmüş olayım.
Fotoğraf Listesi:
1- Atomium
2- Corto Maltese çizimleriyle kaplı duvar
3- Brüksel'in meşhur komik heykellerinden biri
4- Ve bu heykellerden en meşhuru İşeyen Çocuk - Manneken Pis
5- Hotel van Eetvelde
6- Cauchie Evi
Önerilen Sayfalar:
- Heildelberg - Bruges ve Antwerp'te Bir Haftasonu
- Lüksemburg
- Amsterdam
- Huzur Dolu Şehir Utrecht
- Gaudi'nin Art Nouveau etkisiyle Barcelona'da yarattığı şaheserler için: Barcelona'da Gaudi'nin peşinde gezmek...
Peki o kadar gezdik ya yemekler? Öncelikle envai çeşit sosla sunulan patates kızartmasını kaçırmamanızı tavsiye ederim. Benim favori sosum Endülüs. Samuray'ı da seviyorum. Bir de meşhur Waffle'ı var tabii Brüksel'in. Ben özellikle Waffle Factory isimli mekanın Waffine'ini çok beğendim. Daha sonradan Belçikalı bir arkadaşımla sohbetimde Maison Dandoy'un Waffle'ının daha güzel olduğunu öğrendim; bir dahaki sefere oraya uğramayı düşünüyorum. Bu iki mekan da Grand Place'in yukarıda bahsettiğim kadın heykeli tarafındaki sokağından çıkınca biri ilk solda diğeri ikinci solda yer alıyor.
Brüksel'e 3 gün ayırdım ama 2 gün yetti bana. Kalan bir günümde de Lüksemburg'a gideyim bari; hazır buralara kadar gelmişken orayı da görmüş olayım.
Fotoğraf Listesi:
1- Atomium
2- Corto Maltese çizimleriyle kaplı duvar
3- Brüksel'in meşhur komik heykellerinden biri
4- Ve bu heykellerden en meşhuru İşeyen Çocuk - Manneken Pis
5- Hotel van Eetvelde
6- Cauchie Evi
Önerilen Sayfalar:
- Heildelberg - Bruges ve Antwerp'te Bir Haftasonu
- Lüksemburg
- Amsterdam
- Huzur Dolu Şehir Utrecht
- Gaudi'nin Art Nouveau etkisiyle Barcelona'da yarattığı şaheserler için: Barcelona'da Gaudi'nin peşinde gezmek...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder