İşte 2 yıl daha geçti ve İstanbul'un ortasında Bienal vahası yeniden kuruldu. 14 Eylül'de "Anne Ben Barbar mıyım?" başlığıyla açılan Bienal şimdilik 20 Ekim tarihinde sona ereceğe benziyor. 18 Ekim'de bu yazıyı kaleme alana kadar 250 000'in üzerinde ziyaretçi sayısına ulaşmış olması şimdiye kadarki Bienallerle karşılaştırıldığında çok daha fazla ilgi çektiğini gösteriyor (Daha önceki Bienaller 8-10 haftada 90 000 civarında kişi tarafından ziyaret edilirdi). Hele ki süresi Contemporary Istanbul İcra Kurulu'nun da talep ettiği şekilde 20 gün daha uzatılırsa muhtemelen sayı 400 000'lere yaklaşacak.
2011'de Felix Gonzales-Torres'in çalışmalarından yola çıkıp 5 ayrı temadaki işlerden oluşmuştu Bienal. Bu sefer ise sanki Haziran isyanı bekleniyormuşçasına seçilmiş olan 'Kentsel Dönüşümün Etkileri' kavramsal çerçevesine odaklanarak şehrin içinden geçtiği zamansal süreci tam kalbinden vurmayı başaran bir program var karşımızda. Haziran ayına kadar işlerin önemli bir kısmı hazırlandığı için, Gezi sürecine doğrudan değinen işler çok sınırlı kalsa da; aslında işlerin tamamına yakını, yaşam alanlarından edilen insanların mücadeleleri üzerine kurulu. Sulukule'de yaşanan kentsel dönüşümün orada yaşayanları yerlerinden etmesi öncelikli olarak karşımıza çıkan konu oluyor. Dünyanın özellikle gelişmekte olan kesimlerinden gelen işlere bakacak olduğumuzda; Hindistan'daki köylülerin ellerinden alınmaya çalışılan arazileri için mücadelelerinden (Amar Kanwar - Suç Mahalli. Salt) Tayland'da yaşadıkları site yıkılarak yerine ticaret merkezi yapılmasına karşı direnen insanların el fenerleriyle gerçekleştirdikleri şiirsel projeye (Bertille Bak - Koruyucu Acil Durum Işık Sistemi. Galata Rum İlköğretim Okulu), Sulukule'de yerlerinden edilen insanların şimdiye kadar alıştığımız Roman müziğinin dışına çıkıp Hip-hop'la isyanlarını dile getirdikleri klipten (Halil Altındere - Harikalar Diyarı. Antrepo no.3) Arjantin'de zamanında stadyumu bile olan bir gecekondu mahallesinde 2000'lerde başlayan sanatsal etkinlikleri anlatan işlere kadar makro ya da mikro ölçekte direniş hikayeleri ön planda yer alıyor.
Bienal'deki işlerden bir diğer kısmı "küçük çırpıntılar büyük dalgalar yaratır mı?" sorusunu soruyor. Antrepo'nun hemen girişinde bizi karşılayan kiremit duvar (Jorge Mendez Blake - Şato), tek bir kitabın duvarda meydana getirdiği deformasyonla, Polonya'dan Akademia Ruchu'nun yolda ayağı tökezlemiş insanlara verilen tepkiyi gösteren Tökezleme videosuyla (Antrepo 3), yine Antrepo'daki Koyunların Sessizliği videosunda sokakta dört ayak pozisyonunda yürüttüğü insanlara çevredekilerin tepkisini yansıtan Mısırlı Amal Kenawy hiç beklenmedik bir anda meydana gelebilecek toplumsal tepkiler üzerine düşünmemizi sağlıyorlar.
Bienal'de ilgimi çeken bir kaç işten daha bahsetmek istiyorum. Antrepo'da Fernando Ortega'nın Orta Boy Bir Nehri Geçen Küçük Bir Kayık İçin Müzik adlı eseri çok uzaklarda bir nehirde yolcu taşıyan kayıkçı için ünlü bir yıldızın şarkı bestelemesi üzerine kurulu bir iş. Tam bir yolculuk süresince başlayıp biten şarkıyı ne yazık ki biz değil bu 1 küsür dakikalık yolculuğu yapanlar dinleyebiliyor sadece. Büyük bütçeli, kalabalık kitleler için yapılan sanata alternatif bu iş merkezden çok uzakta bulunabilecek/ oluşturulabilecek zenginlikleri anlatması açısından da çok etkiledi beni.
Carla Filipe, Antrepo'da sergilenen, kitap kurtları tarafından yenmiş kitaplarıyla Portekiz'deki ekonomik krizde zora düşen sanat kurumlarının korumasız bırakıldığında neler yaşayacaklarını anlatıyor adeta. (Emek sineması yıkılırken, Beyoğlu sineması ve Robinson Crusoe kitabevi zor durumda olduklarını açıklamışken ekstradan üzerine düşünülecek bir proje olmuş)
Yine Antrepo'da Fernando Piola'nın Kızıl Meydan Projesi ve Tutoia Operasyonu, habersizce ekilmiş kırmızı bitkilerle yapılabilecek eylemlerin sınırsızlığı konusunu ufuk açıcı bir şekilde anlatıyordu.
Jorge Galindo'nun sokaklarda cenaze arabası gibi gezdirdiği üzerlerinde ters dönmüş eski İspanyol devlet başkanlarının fotoğrafları olan araçların videosuyla, Maidez Lopez Trafik Kilit ve Yollar Açmak videolarıyla, Nicholas Mangan Çivisi Çıkmış Dünya, Annika Eriksson Ben Hep Burada Olan Köpeğim, Cinthia Marcelle Yüzleş, Jananne Al-Ani Kazıcılar ve Gölge Bölgeler II videolarıyla ilgimi çeken işlere imza atıyorlardı. Keza Angelica Mesiti'nin Vatandaşlar Bandosu videosu, kendilerini ait hissettikleri topraklardan uzakta yaşamak zorunda bırakılan göçmenlerin ait oldukları bölgenin müziğini yapmalarını etkileyici bir şekilde anlatıyordu.
En sona sakladığım iki projenin ilki Arter'de sergilenen Jose Antonia Vega Macotela'nın Zaman Takası. İmkansızlıklar üzerine düşünmeye iten bu projede sanatçı, hapishanedeki mahkumlarla zaman değişimi yapıyor. İçeride zaman geçirmesi mümkün olmayan sanatçı içerdeki mahkumlardan kendisi için, tasarladığı sanatsal projeleri gerçekleştirmesini isterken karşılığında dışarı çıkamayacak mahkumların yapmak istediklerini gerçekleştiriyor. Yukarıdaki sigara izmaritlerinden tablo, sanatçının isteği üzerine mahkumlardan biri tarafından yapılmış. Sanatçı bu gibi isteklerine karşılık dışarıda mahkumların birinin annesine doğum günü partisi düzenliyor, bir diğeri için eski kız arkadaşını gözetliyor, bir başkası için çocuğunun ilk adımlarını görmek için evine ziyarette bulunuyor... İşbirliğinin, imkansızlık duvarlarını nasıl yıkabileceği üzerine başarılı bir çalışma olmuş.
Son proje Serkan Taycan'dan. Hükümetin mega projelerinden biri olarak sunulan Kanal İstanbul'un geçeceği düşünülen güzergahta 60-70 km'lik bir yürüyüşten oluşuyor proje. İki Deniz Arası adı verilen bu proje toplamda 4 güne bölünmüş olarak Karadeniz'den Marmara'ya yapı(lan/lacak) bir yürüyüşten oluşuyor. Galata Rum İlköğretim Okulu'nun en üst katında, rotayı ve yürüyüş bilgilerini de içeren haritası dağıtılan proje kapsamında yapacağım yürüyüşün hikayesi ilerleyen zamanlarda yine burada olacak.
Dışarıdan bakanlar için kentsel dönüşüm, eski binalar yerine yapılan yeni binalar demek. Kanal İstanbul, şehrin gelişimi; Üçüncü Köprü ve Havalimanı İstanbul'un çağdaş yüzü anlamına geliyor. Oysa Sulukulelerin dediği gibi "Burası sadece bir arsa değil." Bu bölgelerde bir yaşam var, insanlardan ya da doğanın diğer öğelerinden oluşan. Köprü çalışmaları sırasında Boğaz'ı yüzerek geçmek zorunda kalan domuzlar da bu topraklarda yaşıyor, kesilecek yüzbinlerce ağaç da. Yerlerinden edilen Romanlar ve onların bütün kültürel öğeleri de bu toprakların bir parçası Gezı Parkı'ndaki "3 tane ağaç", parkın kendisi ya da Emek Sineması da.
Ücretsiz olmasının yanı sıra asıl belki de ilk kez, yaşanılan şehrin içinden geçtiği zamana dokunması mı Bienal'in bu kadar ilgi çekmesine sebep oldu?
Fotoğraf Listesi
1- Şener Özmen - İsimsiz
2- Jorge Mendez Blake'in duvarın altına koyduğu Kafka'nın Şato kitabını yerleştirerek yaptığı Şato adlı eseri
3- Brezilyalı Fernando Piola'nun, şimdilerde polis merkezi olan ancak cuntanın yönetimde olduğu yıllarda işkence merkezlerinden biri olan binanın bahçesine, belediyeden gelmiş bir peyzaj mimarı gibi davranarak gizlice kırmızı bitkileri ektiği ve bitkiler açıp bahçeyi kanın ya da devrimin kızıl rengine boyadığında fotoğrafladığı çalışma
4- Carla Filipe'nin kitap kurtları tarafından yenmiş kitapları sergilediği çalışma
5- Jananne Al-Ani'nin Kazıcılar videosundan bir sahne
6- Jose Antonia Vega Macotela'nın Zaman Takası isimli çalışmasından
Önerilen Sayfalar:
- Bruges ve Antwerp'te Bir Haftasonu: Bienal sonrası eserlerin sergilenmesi konusunda alternatif bir yaklaşım.
2011'de Felix Gonzales-Torres'in çalışmalarından yola çıkıp 5 ayrı temadaki işlerden oluşmuştu Bienal. Bu sefer ise sanki Haziran isyanı bekleniyormuşçasına seçilmiş olan 'Kentsel Dönüşümün Etkileri' kavramsal çerçevesine odaklanarak şehrin içinden geçtiği zamansal süreci tam kalbinden vurmayı başaran bir program var karşımızda. Haziran ayına kadar işlerin önemli bir kısmı hazırlandığı için, Gezi sürecine doğrudan değinen işler çok sınırlı kalsa da; aslında işlerin tamamına yakını, yaşam alanlarından edilen insanların mücadeleleri üzerine kurulu. Sulukule'de yaşanan kentsel dönüşümün orada yaşayanları yerlerinden etmesi öncelikli olarak karşımıza çıkan konu oluyor. Dünyanın özellikle gelişmekte olan kesimlerinden gelen işlere bakacak olduğumuzda; Hindistan'daki köylülerin ellerinden alınmaya çalışılan arazileri için mücadelelerinden (Amar Kanwar - Suç Mahalli. Salt) Tayland'da yaşadıkları site yıkılarak yerine ticaret merkezi yapılmasına karşı direnen insanların el fenerleriyle gerçekleştirdikleri şiirsel projeye (Bertille Bak - Koruyucu Acil Durum Işık Sistemi. Galata Rum İlköğretim Okulu), Sulukule'de yerlerinden edilen insanların şimdiye kadar alıştığımız Roman müziğinin dışına çıkıp Hip-hop'la isyanlarını dile getirdikleri klipten (Halil Altındere - Harikalar Diyarı. Antrepo no.3) Arjantin'de zamanında stadyumu bile olan bir gecekondu mahallesinde 2000'lerde başlayan sanatsal etkinlikleri anlatan işlere kadar makro ya da mikro ölçekte direniş hikayeleri ön planda yer alıyor.
Bienal'deki işlerden bir diğer kısmı "küçük çırpıntılar büyük dalgalar yaratır mı?" sorusunu soruyor. Antrepo'nun hemen girişinde bizi karşılayan kiremit duvar (Jorge Mendez Blake - Şato), tek bir kitabın duvarda meydana getirdiği deformasyonla, Polonya'dan Akademia Ruchu'nun yolda ayağı tökezlemiş insanlara verilen tepkiyi gösteren Tökezleme videosuyla (Antrepo 3), yine Antrepo'daki Koyunların Sessizliği videosunda sokakta dört ayak pozisyonunda yürüttüğü insanlara çevredekilerin tepkisini yansıtan Mısırlı Amal Kenawy hiç beklenmedik bir anda meydana gelebilecek toplumsal tepkiler üzerine düşünmemizi sağlıyorlar.
Bienal'de ilgimi çeken bir kaç işten daha bahsetmek istiyorum. Antrepo'da Fernando Ortega'nın Orta Boy Bir Nehri Geçen Küçük Bir Kayık İçin Müzik adlı eseri çok uzaklarda bir nehirde yolcu taşıyan kayıkçı için ünlü bir yıldızın şarkı bestelemesi üzerine kurulu bir iş. Tam bir yolculuk süresince başlayıp biten şarkıyı ne yazık ki biz değil bu 1 küsür dakikalık yolculuğu yapanlar dinleyebiliyor sadece. Büyük bütçeli, kalabalık kitleler için yapılan sanata alternatif bu iş merkezden çok uzakta bulunabilecek/
Carla Filipe, Antrepo'da sergilenen, kitap kurtları tarafından yenmiş kitaplarıyla Portekiz'deki ekonomik krizde zora düşen sanat kurumlarının korumasız bırakıldığında neler yaşayacaklarını anlatıyor adeta. (Emek sineması yıkılırken, Beyoğlu sineması ve Robinson Crusoe kitabevi zor durumda olduklarını açıklamışken ekstradan üzerine düşünülecek bir proje olmuş)
Yine Antrepo'da Fernando Piola'nın Kızıl Meydan Projesi ve Tutoia Operasyonu, habersizce ekilmiş kırmızı bitkilerle yapılabilecek eylemlerin sınırsızlığı konusunu ufuk açıcı bir şekilde anlatıyordu.
Jorge Galindo'nun sokaklarda cenaze arabası gibi gezdirdiği üzerlerinde ters dönmüş eski İspanyol devlet başkanlarının fotoğrafları olan araçların videosuyla, Maidez Lopez Trafik Kilit ve Yollar Açmak videolarıyla, Nicholas Mangan Çivisi Çıkmış Dünya, Annika Eriksson Ben Hep Burada Olan Köpeğim, Cinthia Marcelle Yüzleş, Jananne Al-Ani Kazıcılar ve Gölge Bölgeler II videolarıyla ilgimi çeken işlere imza atıyorlardı. Keza Angelica Mesiti'nin Vatandaşlar Bandosu videosu, kendilerini ait hissettikleri topraklardan uzakta yaşamak zorunda bırakılan göçmenlerin ait oldukları bölgenin müziğini yapmalarını etkileyici bir şekilde anlatıyordu.
En sona sakladığım iki projenin ilki Arter'de sergilenen Jose Antonia Vega Macotela'nın Zaman Takası. İmkansızlıklar üzerine düşünmeye iten bu projede sanatçı, hapishanedeki mahkumlarla zaman değişimi yapıyor. İçeride zaman geçirmesi mümkün olmayan sanatçı içerdeki mahkumlardan kendisi için, tasarladığı sanatsal projeleri gerçekleştirmesini isterken karşılığında dışarı çıkamayacak mahkumların yapmak istediklerini gerçekleştiriyor. Yukarıdaki sigara izmaritlerinden tablo, sanatçının isteği üzerine mahkumlardan biri tarafından yapılmış. Sanatçı bu gibi isteklerine karşılık dışarıda mahkumların birinin annesine doğum günü partisi düzenliyor, bir diğeri için eski kız arkadaşını gözetliyor, bir başkası için çocuğunun ilk adımlarını görmek için evine ziyarette bulunuyor... İşbirliğinin, imkansızlık duvarlarını nasıl yıkabileceği üzerine başarılı bir çalışma olmuş.
Son proje Serkan Taycan'dan. Hükümetin mega projelerinden biri olarak sunulan Kanal İstanbul'un geçeceği düşünülen güzergahta 60-70 km'lik bir yürüyüşten oluşuyor proje. İki Deniz Arası adı verilen bu proje toplamda 4 güne bölünmüş olarak Karadeniz'den Marmara'ya yapı(lan/lacak) bir yürüyüşten oluşuyor. Galata Rum İlköğretim Okulu'nun en üst katında, rotayı ve yürüyüş bilgilerini de içeren haritası dağıtılan proje kapsamında yapacağım yürüyüşün hikayesi ilerleyen zamanlarda yine burada olacak.
Dışarıdan bakanlar için kentsel dönüşüm, eski binalar yerine yapılan yeni binalar demek. Kanal İstanbul, şehrin gelişimi; Üçüncü Köprü ve Havalimanı İstanbul'un çağdaş yüzü anlamına geliyor. Oysa Sulukulelerin dediği gibi "Burası sadece bir arsa değil." Bu bölgelerde bir yaşam var, insanlardan ya da doğanın diğer öğelerinden oluşan. Köprü çalışmaları sırasında Boğaz'ı yüzerek geçmek zorunda kalan domuzlar da bu topraklarda yaşıyor, kesilecek yüzbinlerce ağaç da. Yerlerinden edilen Romanlar ve onların bütün kültürel öğeleri de bu toprakların bir parçası Gezı Parkı'ndaki "3 tane ağaç", parkın kendisi ya da Emek Sineması da.
Ücretsiz olmasının yanı sıra asıl belki de ilk kez, yaşanılan şehrin içinden geçtiği zamana dokunması mı Bienal'in bu kadar ilgi çekmesine sebep oldu?
Fotoğraf Listesi
1- Şener Özmen - İsimsiz
2- Jorge Mendez Blake'in duvarın altına koyduğu Kafka'nın Şato kitabını yerleştirerek yaptığı Şato adlı eseri
3- Brezilyalı Fernando Piola'nun, şimdilerde polis merkezi olan ancak cuntanın yönetimde olduğu yıllarda işkence merkezlerinden biri olan binanın bahçesine, belediyeden gelmiş bir peyzaj mimarı gibi davranarak gizlice kırmızı bitkileri ektiği ve bitkiler açıp bahçeyi kanın ya da devrimin kızıl rengine boyadığında fotoğrafladığı çalışma
4- Carla Filipe'nin kitap kurtları tarafından yenmiş kitapları sergilediği çalışma
5- Jananne Al-Ani'nin Kazıcılar videosundan bir sahne
6- Jose Antonia Vega Macotela'nın Zaman Takası isimli çalışmasından
Önerilen Sayfalar:
- Bruges ve Antwerp'te Bir Haftasonu: Bienal sonrası eserlerin sergilenmesi konusunda alternatif bir yaklaşım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder