Lizbon etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Lizbon etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Kasım 2010 Salı

Yataklı Trende Yolculuk


Trenle yolculuk yapmayı seven biri olarak yataklı trenlere ayrı bir ilgi duyuyorum. Genellikle geceleri tercih ettiğim bu trenler hareket eden oteller olarak hem deği
şik bir tecrübe yaşatıyor hem de yolculuğu sıkıcı olmaktan çıkarıyor. Şimdi müsaadenizle son iki yılda yaptığım 3 ayrı tren yolculuğundan yola çıkıp Avrupa'da, Türkiye'de ve Ortadoğu'da yataklı trenlerle yolculuk yapmanın nasıl bir şey olduğunu anlatmaya çalışayım.

2009 Martı. Madrid'den Lizbon'a geçecek trenimiz akşam 22:25'te kalkıyor. Yolda saatlerimizi 1 saat geri aldığımız için 7:45'te varıyoruz Lizbon'a. Tren gayet lüks. Kapıda bizi karşılayan hostes biletlerimizi alıyor ve sınır geçişi sırasında dahi rahatsız edilmememizi sağlıyor. Kapımızı çalan, arayan, soran olmaması gayet iyi. Anlatacağım üç tren yolculuğundan en iyisi buydu. Fiyatı en yüksek olanı da; kaldığımız otellerden daha fazla bir para, 2 kişi için 500 tl ödedik bu yolculuk için. Altlı üstlü tek kişilik yataklara rağmen kompartman diğerlerinden biraz daha büyük olduğu için daha rahattı. Sabaha karşı yemekli vagondaki kahvaltıya saatlerimizi ayarlamayı unuttuğumuz için yanlış bir saatte geçmişiz ama yine de suratsız garsonumuz bize kahvaltımızı sundu. Kahvaltı çok da güzel değildi. Tren yolu aşırı bir sarsıntı yaşatmadı ayrıca, bu sayede sabaha kadar uyumak konusunda sıkıntı yaşamadık.

2010 Eylül. Ankara Ekspresi'yle Haydarpaşa Tren Gar'ından Ankara'ya gidiyoruz. Trenimiz akşam 22:30'da kalkıyor. Daha önce bizi karşılayan hostesin yerini bıyıklı bi amcam almış bu trende ama yine biletlerimiz trene girişte alınıyor ve sabaha kadar sadece 1 kez o da tren daha İstanbul'dan çıkmadan önce kapımız çalınıyor. İki kişi 120 lira bilet fiyatı İspanya'da ödediğimin dörtte biri kadar. Minibarda su ve bir kaç çeşit abur cubur ücretsiz olarak sunuluyor. Sabah Ray Restoran adıyla işletilen yemekli vagondaki kahvaltı Lizbon'a varırken yediğimden daha kötü . Zaten son zamanlarda yemekli vagondan mutlu bir şekilde ayrıldıysam sadece trende manzaraya karşı Efes içme keyfindendir; yemekler çok kötü yoksa. Sabah 6:30 gibi varıyoruz Ankara'ya. Yataklı vagonda bu sefer çok da rahat uyuyamadım ama yine de çok şikayet edilecek bir rahatsızlık yoktu. Gece gece karanlıkta oturup tren camından akıp gitmekte olan şehirlere bakarak şarap içme keyfi gayet güzeldi.

2010 Kasım. Yine bir gece yolculuğu, bu sefer Halep'ten Şam'a gidiyoruz. 12:10'da kalkacak trenimiz için bilet fiyatı iki kişi için 20 lira. 500 liralık Avrupa, 120 liralık Türkiye fiyatından sonra bu fiyatı öderken içimize kurt düşüyor ama bize bileti satan Suriyeli kadının İngilizcesi yeterli olmadığından "acaba bize 4 kişilik kompartmandan mı bilet sattı?" şüphesine düşüyorum. Bilet almak da ayrıca bir dert. Önce bir sıraya girip bilet almak istediğinizi belirtip kaydoluyorsunuz ve pasaportunuzda yazan isminizi dili döndükçe Arapça yazmaya çalışıyor birisi. Sonra başka bir sıraya girip biletinizi alıyorsunuz ve ardından da gardaki bir polis noktasına biletinizle gidip yeniden kayıt-kuyut işlemleri yapılmasını bekliyorsunuz. İşsizliğe gereksiz işler yaratarak çözüm bulmaya çalışılmış sanki. Tren, bilet fiyatından da anlaşılacağı üzere eski bir tren. Dolaptaki deri kayışlar üst yatağı sabitlemek için konulmuş sanırım ama sanki fantezi aletleri gibi görünüyorlar. Yataklara serilmiş çarşaflar gayet kötü görünüyor. Ama özellikle raylar öyle eskimiş ki üst katta yatan birisi zıplarken tavana vurmamak için tutunmak zorunda, alt kattakinin de çok bir uyuma şansı yok. Ayrıca yan kompartmanlardaki ailelerin çocukları kah kompartmanda kah dışarda sabaha kadar koşturup bağırışıp ardından da mütemadiyen ağlıyorlar. Neyse ki korktuğumuz başımıza gelmiyor, iki kişilik kompartmandayız. Sabah 6:30'da varıyor tren Şam'a ve öyle yorgunuz ki hareket etmeye mecalimiz kalmamış durumda. Yine de Ortadoğu'da yataklı tren macerası yaşamak enteresan bir tecrübe oluyor.

Son olarak ekleyeyim, bütün bu gezilerde yanınızda karşı cinsten bir arkadaşınızın olması da hiç bir şekilde sorun olmuyor. Kimseye evlilik cüzdanı göstermek zorunda değilsiniz yani.

Önerilen Sayfalar:

- Malaga - Lizbon
- Ankara - Anıtkabir
- Halep
- Keza "Cape Town - Johannesburg Tren Yolculuğu" da ilginizi çekebilir.

dinceryazici79@gmail.com

4 Eylül 2010 Cumartesi

Lizbon - Fado'nun büyüsü

2009 Martının son günü, Barcelona ve Madrid'deki 9 günün ardından 3 günlüğüne Lizbon'a geçeceğiz. Madrid'den yataklı vagonla Lizbon'a geçmek biraz pahalı olsa da (2 kişi 200 Euro) akşam 22:25'te kalkan trenimiz sabah 7:45'te Lizbon'a varana kadar sınır geçişi dahil kimse bizi rahatsız etmiyor. Portekiz'le İspanya arasındaki bir saat saat farkını hesaba katmadığımızdan kahvaltı için yemekli vagona bir saat erken gitmişiz. Kahvaltımızı istediğimizde garsonların yüzündeki memnuniyetsizlik bundanmış.

Lizbon'da Sweet Home isimli hostele geçtiğimizde ilk memnuniyetsizliğimiz başlıyor. Çift kişilik yatak olmadığından 3 kişilik oda tutmuşuz ve yataklar birleşmemek üzere tasarlanmış. Memnuniyetsizliğimiz sonucu hostel sahibi Anna bize indirim yapıyor, kişi başı 20 Euro'ya konaklıyoruz hostelde. İspanya'dan sonra Portekiz'in fakirliği de başka bir rahatsızlık sebebi. Dümdüz şehirlerde haritayla şehri keşfetmeye alışmışız ama Lizbon gibi engebeli bir şehirde haritada kısacık görünen bir yol aslında çok uzun ve engebeli bir yolculuk gerektiriyor, hatta bazen yakın iki nokta arasında yol bile bulamıyoruz. İstanbul'da Harbiye'den Kurtuluşa dümdüz geçmeye çalışmak gibi bir şey bu...


Feira da Ladra (Hırsızlar pazarı demekmiş) denilen halk pazarına gitmek için sanki şehri çok iyi biliyormuşçasına otobüse atlıyoruz. Ancak yaptığım yanlış hesaplar yüzünden şehrin fakir arka mahallelerinde uzun süre yürümek zorunda kalıyoruz. Lizbon için yol kenarlarına işeyen adam figürü çok normal bir sahne. En sonunda pazara ulaştığımızda karşılaştığımız manzara eski püskü eşyalardan ibaret. Hani Vintage kıyafetler satan mağazalar ararken eskiciye girmiş gibiyiz. Pazarda en ilgimi çeken şey Corto Maltese'in Türkçe'de yayınlanmamış bir macerasının Portekizce renkli bir baskısını bulmam oldu.


Pazarın hemen yanında Panteao Nacional de Santa Engracia yer alıyor. Lizbon 1700'lerdeki bir depremde yerle yeksan olduğundan bu tarihten eski çok az yapı var şehirde. Ancak bu yapının terası Lizbon'a panaromik bir bakış atmak için ideal.


Deniz kenarında yaptığımız yürüyüş de bizi pek kesmeyince yine hostelimizin etrafında dolaşmayı tercih ediyoruz.


İkinci gün Baixa, Chiado ve Rossio civarında dolandık durduk. Yemek için tercihimiz Cafe A Brasilia. Lizbon'da yemek yemek tam bir işkence. İçinde domuz olmayan ürün bulmak için çok uğraşmak gerekiyor. Tavuk yok, etlerin de tadı bir garip. Yine en iyisi deniz ürünleri. Karides de bunların içinde en lezzetlisi. Ahtapot da tercih edilebilir bir lezzet.


Lizbon'a geldiğimizden beri akşam fado dinlemek için nereyi tercih etmemiz gerektiğinizi araştırıp durduk. En sonunda Time Out'ta uygun fiyatlı diye bahsedilen Mesa des Fradese'de karar kıldık. Lizbon'da unutulmayacak saatlerimiz böylece başladı. Alfama'daki mekanda yemekler yine Lizbon'daki her yer gibi damak tadımızın çok uzağında. Fadonun başlangıç saati 9 dense de 11'de başlıyor müzik. Biz 8'de gittiğimizden o saate kadar çoktan kafayı bulmuştuk şarapla :)


Küçücük mekan toplasan 20-25 kişilik. Fado söylenirken yemek ve içki servisi yok; sanırım yemek ve içmek de ayıp kabul ediliyor Portekiz adetlerine göre. 11'de kapı kapatılıyor. Kapının ağzına konan sandalyede oturan genç mandoliniyle çalmaya başlıyor ve ayaktaki kızımız da o içten sesiyle başlıyor söylemeye. 3 şarkının sonunda mekan konusunda ne kadar doğru bir seçim yaptığımızı anlıyoruz. Sahneye her çıkan 3-4 şarkı söyleyip yerini arkadaşına bırakıyor. Müzik bizi öylesine etkiledi ki ertesi gece için rezervasyon yaptırıp ayrıldık mekandan. Lizbon'da taksi fiyatları çok uygun, mekanımız da hostelimize çok yakın; 4-5 Euro'ya hostelimizdeyiz.


Sabah kalkınca acaba bu gece fado dinlemeye başka bir mekana mı gitsek önerisini atıyorum ortaya ama dün gecenin ne kadar büyüleyici olduğunu hatırlamam teklifimi geri çekmem için yeterli. Ama en azından yemeği başka yerde yiyip mekana gitmek konusunda anlaşıyoruz. Mürekkep balığı ve kırmızı etin ne kadar kötü olduğunu anlatamam... 90 Euroluk hesabın o yemeklere ödenmesi beni rahatsız ederdi eğer müzik bu kadar etkileyici olmasaydı.


Lizbon'da akşama kadar şehri turlamaya devam ediyoruz. Kaleye çıkıyoruz son günümüzde ama Madrid ve özellikle Barcelona sonrası Lizbon bize yeterince güzel gelmiyor. Neyse ki fado var. 3 günün açlığını atmak için metroyla Columbus alışveriş merkezine gidiyoruz. Burada yediğimiz makarna bile çok güzel değil ama önceki yediklerimizden sonra bu makarna cennetten çıkmış gibi. Mesa des Fradese'ye varışımız özellikle akşam saat 10'u buluyor. Acaba dün çok içtiğimiz için mi bu kadar beğendik programı? Bu gece daha az içiyoruz ayrıca yemek de yemediğimiz için hesap 33 Euro'ya düşmüş gecenin 2 buçuğunda mekandan ayrılırken. Bu sefer başka birileri var sahnede ve bunlar da dünküler kadar büyüleyici. Türkiye'ye döndükten sonra aldığımız hiç bir fado CD'si indirdiğimiz hiç bir mp3 nedense orada dinlediğimiz etkiyi vermiyor. Lizbon'a sırf fado dinlemek için yeniden gidilir. Sabah erkenden hosteli terkedip 4 saat sürecek uçak yolculuğu için havaalanına ulaşırken kulaklarımızda hala o güzel müzik çınlıyor...


Bahsi Geçen Mekanları Linkleri ve Adresleri:

1- Sweet Home Hostel

2- Feira Da Ladra
3- Santa Engracia
4- Mesa des Fradese: Rua dos Remedios 139 A, 00 351 218 871 452.

dinceryazici79@gmail.com


Önerilen Sayfalar:


Granada ve Al Hamra Sarayı - Avrupa'nın Batısında İslam Şaheseri - Malaga Barcelona'da Gaudi'nin peşinde gezmek...
Yataklı Trende Yolculuk