Güney Afrika gezisini Cape Town'dan başlatmak konusunda bir şüphemiz yoktu ancak Joburg'u (yerel dilde Johannesburg'u böyle kısaltıyorlar) dahil edip etmemek konusunda kararsızdık. Haritayı açıp baktığımızda Merkador haritalama sisteminin geoid yerküre üstüne uygulanmasının gazabına uğrayıp "Cape Town'dan Zanzibar'a mı geçsek? Haritada yakın görünüyor." bile dedik başlangıçta. (Yakın falan değil haritaya aldanmayın). Johannesburg konusunda duyduklarımız hiç iç açıcı değildi. Sonunda baktık ki Güney Afrika'ya gelmişken Johannesburg'a da uğranır ve bu şehir hakkında da bilgi edinilip öyle dönülür. Keza Cape Town - Joburg tren yolculuğu da çok aklımızı çeldi. Şimdi artık her şey bitmişken tren de, Joburg da hoş birer anıya dönüştü lakin yaşarken bizi zorladığını itiraf etmek zorundayım.
Tren yolculuğunu anlattığıma göre Joburg merkez tren istasyonundan başlayabilirim. Joburg'la ilgili hep aynı şeyleri duymuştuk: Dünyada suç oranı en yüksek metropol. Beyazlar sadece belli bölgelerde sokakta gezebiliyorlar. Polis arabalarının bile çalınabildiği dünyadaki tek şehir... Bütün bunlardan sonra gardan 220 Rand'e anlaşıp bindiğimiz taksinin bizi kaçırıp kaçırmayacağı konusunda çok gergin gittik otelimize. Karanlıkta bulduğumuz otelimiz de otelden çok gizli toplantılara ev sahipliği yapan bir tarikat merkezi gibiydi. Kocaman bir metal kapı, karanlıkta kapıda belirip tarikata üye miyiz değil miyiz gibi süzen çalışanlar... Girişteki metal bahçe kapısı biz geldikten 10 saniye sonra açıldı. Açılmasa sokakta taksi bulma şansımız sıfırdı. Hem tren yolculuğu hem de duyduklarımızdan o kadar gergindik ki o kapı açıldıktan sonra dahi gerginliğimiz bir süre geçmedi.
Marion Lodge Hotel, şehrin Sandown semtinde, büyük bir evden bozma sıcak bir butik otel. Bulunduğu sokak lüks, korunaklı evlerle dolu. Sahipleri Azeri kökenli İranlı bir çift. Odamıza yerleşip güzel bir uyku çektikten sonra anca kendimize geliyoruz. 2 gündür yaşadıklarımızdan sonra otelin havuzbaşında dahi geçirebiliriz uçağımız kalkana kadarki 48 saati. Neyse ki toparlayıp kahvaltı sonrası şehri tanıma turuna başlıyoruz.
Öncelikle duyduğumuz doğruymuş: Joburg şehir merkezindeki caddelerde tek bir beyazın dolaşmadığını söyleyeyim. Biz de Mandela Square dedikleri lüks alışveriş merkezi dışında sadece 500 metre yürümüşüzdür şehirde. Cape Town'dan çok farklı bir yer burası. Cape Town'da çok daha güvenli hissediyorduk kendimizi. Korkumuz ne kadar yersiz, saçma ya da haklı bilmiyorum ne yazık ki. Ama biz de taksiden inmeden ,ki bu konuda da sadece otelin taksisini kullandık, sadece güvenli denilen yerlerde geçirdik vaktimizi.
İlk günümüzde taksiye atlayıp (200 Rand ödedik - İlk gece 220 ödememiz normalmiş yani) merkezdeki gara döndük. Hop On Hop Off'ların kalkış yeri burasıydı. 150 Randlık günlük biletimizi alıp başladık gezmeye. 2 saat süren bir tam turu bitirdiğimizde gayet güzel yerler görmüş, faydalı bilgiler edinmiştik. Güney Afrika'daki City Sightseeing'lerin Türkçe dil seçeneğinin olması çok güzel. Biz çok memnun kaldık. İlk turun ardından Gandhi Meydanı'nda indik.1900'lerin başında, Hint Özgürlük Hareketini başlatmadan önce 21 yıl burada avukatlık yapıp ardından uğradığı ayrımcılıklar sonunda eşitlik ve özgürlük fikirleri kafasında şekillenip ülkesine döndüğünde Hindistan'ın bağımsızlığı için mücadeleye girişen Mahatma Gandhi, Johennesburg'da çok önemli bir şahsiyet olarak kabul ediliyor. Burada çektiğimiz bir kaç fotoğrafı müteakip Carlton Center'a yürüdük. (İşte merkezdeki tek avama karışma maceramız bundan ibarettir - bunun dışında Lordlar Kamaramızdan çıkmadık hiç.)
Carlton Center, Afrika'nın ve güney yarım kürenin en yüksek binasıymış. En tepedeki 50. katına "Top of Africa" adı verilmiş ve güzel bir Joburg manzarası sunuyor. 15 Randlık bilet alıp asansörle çıkılan Top of Africa'da lekeli camlar ardından bakınca çok da tehlikeli gözükmüyor Joburg.
Zemin katında hızlıca bir şeyler atıştırıp ilk gelen hop on hop off'u yakalıyoruz. Bir sonraki durağımız Apartheid Museum. Yaklaşık 10 günlük Güney Afrika gezisi bende Nelson Mandela ve Güney Afrika tarihine dair büyük bir merak oluşturdu. İki konuda da belgeseller ve kitaplardan bilgi edinmek dönünce ilk işim olacak. Bu müze de, Joburg'da altın bulunmasından sonra beyaz adamın önce bu toprakları sömürmesi ardından da 90'lara kadar sürecek ırkçı bir yönetim kurmasının hikayesini zenciler, Malaylar ve Hinduları da merkeze alıp anlatıyor. Apartheid rejimi sırasında beyazların ayrıcalıkları, sokaklardaki sadece beyazlara özel banklar, taksi sıraları, binalara giriş kapıları ve nüfuz cüzdanında ırkın belirtilmesi gibi uygulamalarla yüzleşmek çok sarsıcı. (Bu arada Türkiye'deki nüfus cüzdanlarında yer alan Din hanesi de dünyanın diğer yerlerinde kime göstersem sanki Irk hanesi varmış gibi bir tepkiyle karşılandı, belirteyim.)
Apartheid Museum'un kurulma hikayesi yan taraftaki Gold Reef City'nin kurulmasına dayanıyormuş. Buradaki eski maden sahası üzerine, içinde kumarhane de olan bir tema parkı kurma projesi geliştirilirken proje kapsamında yan tarafa Apartheid Museum da inşa edilmiş. Bir süre sonra Gold Reef Center'dan ayrılıp kar amacı gütmeyen bir yapıya dönüştürülen müze şu an bağışlarla varlığını sürdürüyormuş.
Hop On Hop Off turu boyunca üstünden geçeceğiniz Mandela Bridge de Boğaz'daki asma köprülerin küçük bir versiyonu. Herhangi bir deniz, göl, nehir kenarına kurulmamış olan Joburg'daki bu köprü, demir yollarını kateden trafik rahatlasın diye inşa edilmiş. Gezi boyunca görebileceğiniz diğer duraklar arasında, biz gezerken kapalı olan iki müze de vardı: İlki SAB Bira Müzesi. Miller'ı da üreten, dünyanın en büyük bira firmalarından biri olan SAB (South Africa Brewery) Güney Afrika merkezli bir firmaymış. Diğer kapalı müzeyse Origins Center - Afrika'dan tüm dünyaya yayılan insan neslinin kara kıtada keşfedilmiş ender fosillerini tanıtan müze. Aslen hepimiz Afrikalı olsak da zamanla renk farkını bahane ederek kendini üstün gösteren insanların durumlarına gülmek için bile ziyaret edilebilirdi bu müze. (Rengi farklı olmasa gözü büyük, olmadı boyu kısa, o olmadı zekası geri, hiç olmadı dili farklı diyecek yine kendini üstün gösterip ayrımcılık yaratmaya ve sonucunda sömürmeye kalkacaktı bu topraklara ayak basanlar orası da kesin...) Etiyopya Ulusal Müzesi'nde gördüğüm örneklerden sonra bu müzeyi keyifle gezmek çok hoşuma giderdi. Keza şehrin dışında bu fosillerin bulunduğu mağaralara yapılan turlar da varmış; onlara katılmak da isterdim. Bir daha yolum düşerse mutlaka bunu göz önünde bulundurayım.
Joburg'a gelip hop on hop off'a binmeye karar verdiyseniz Soweto turunu da satın alabilirsiniz. Ne yazık ki akşam 17.30'da son otobüsün gara dönmesiyle hop on hop off seferleri son buluyor. Biz de sabah erkenden başlayamadık gezmeye. O yüzden, zamanında madende çalıştırılan zencilerin yerleşmesi için inşa edilen ancak Joburg'un hızla gelişmesiyle onla birleşen Soweto (Adı South West Town - Güney Batı Kasabası'ndan geliyor) turuna katılamıyor, Mandela'nın Evini göremiyoruz.
Dönüşte, otel taksimizle Mandela Square'e geçiyoruz - şehirde güvenli bildiğimiz tek yere. Joburg'da en çok bu güvensiz ortamın hissettirdiklerini hatırlayacağım. Zenci - beyaz ayrımı gibi görünse de temelinde gelir dağılımında var olan büyük uçurumu barındıran bu ortam yüzünden üniversite kampüsleri bile yüksek bahçe duvarlarının üstüne gerilmiş elektrikli tellerle ve bolca kamerayla korunuyor. Bizde hayatlarını güvenlikli sitelerde geçirmeye kalkan insanların durumu da benzer aslında: Tehlikeyi dışarıda bırakmaya çalışırken kendini küçücük bir alana hapsetmek. Dışardaki fakirlik aslında içerdekilerin hayatında da o kadar büyük bir problemi ki...
Mandela Square'e gidene kadar gerçekten bir meydana gideceğimizi sanıyorduk. Oysa burası devasa Sandton City Alışveriş Merkezi'nin bir bölümüymüş. Mandela heykeli dikilene kadar Sandton Meydanı adı verilirken heykelden sonra Mandela Square denmeye başlanmış AVM'nin ortasındaki, kafeler ve restoranlarla çevrili bu alana. AVM dışında yürünecek sokaklar, dolaşılacak caddeler yok ne yazık ki. (Ya da var da biz bulamadık - gözümüz kesmedi diyelim, bilemiyorum.) Pazar günü akşam 6'da bütün mağazalar kapanıyor AVM'de. (Pazartesi günü de 7'de kapandılar.) Kafeler ve restoranlar açıktı ama. Joburg Hard Rock Cafe de bu meydanda, gitmek isteyene duyurulur. Beyaz ya da zenci fark etmeden ekonomik durumu iyi olanların vakit geçirdiği bir yer burası. Olayın ırk değil ekonomik temelli olduğunu en güzel burada anlıyorsunuz. Fakir beyaz yok tabii buralarda ama olsa onlar da bu ayrımcılıktan paylarını alacaklardı belli ki. Bugünlük bu kadar yeter deyip erkenden döndük biz de otelimize.
Şehirdeki ikinci günümüzü safariye ayırdık. Joburg Hayvanat Bahçesi'nde kafesler arkasındaki hayvanları görmeye içim elvermediği için şehrin dışında, geniş bir korunaklı parkta yaşayan hayvanları görmeye gittik otelin taksisiyle. Keşke bu geziyi bir turla biraz daha uzaktaki Krugerpark'a yapsaydık dedik ama ne yazık ki seçimimizi otelin taksisiyle Rhino&Lion Park'tan yana kullanmıştık. Yine de aramızda otomobilin camının korumasında 1 metre mesafe varken miskin miskin yatan beyaz aslanı, otların arasında yiyecek toplayan sincabı, Afrikalıların kutsal saydığı beyaz ve ismini bilmediğim upuzun kuyruklu siyah kuşu, deve kuşlarını, antilopları ve vahşi domuzları görmek enteresan bir tecrübeydi. Yine de siz giderseniz tur ayarlayın.
Dönüşte yine Joburg'a gelen çoğu turistin yaptığı gibi Sandton City AVM'sine gidip takıldık. Bilmemek ne kötü; insanı bu tüketim toplumunun kalelerine hapsediyor.
Johennesburg turumuz bu şekilde bitti. Dönüşte havaalanına Gautrain'le gidelim dedik. Taksi 450 istemişti biz 100 Rand ödeyip Sandton'daki Gautrain İstasyonuna gidip kişi başına 150 Randlık biletlerden alıp totalde 400 Rand'a O. R. Tambo Havaalanına ulaştık. Şehir içi toplu taşımanın bu kadar pahalı olduğu bir yer daha var mıdır acaba? Taksiyle aynı fiyata tren yolculuğu... (O verilen kartların depositosunu da ödemiyorlarmış, haberiniz olsun.) Şehre taksiyle ulaşım iki ve üstü kişi için daha mantıklı olabilir, belirteyim.
Uçağa binip dönerken Güney Afrika'yı tanımaktan mutlu ama yorgundum. Vakit sınırı olmayan Backpacker olsaydım Buzbus denilen hostel shuttle'ıyla şehirden şehire takılırdım herhalde Cape Town'dan itibaren. Keza yataklı tren olsa Cape Town - Joburg yolu da çok eğlenceli olabilirdi. Johannesburg'da ne yapılırı ben de çözemedim; bilen biri çıkar, bana da anlatırsa sevinirim.
Fotoğraf Listesi:
1- Safaride gördüğüm, uzun kuyruklu, ismini bilmediğim kuş (Bilenler yazsın lütfen yorum kısmına.)
2- Carlton Center'ın zirvesinden Joburg
3- Safari yaptığımız parka giriş kapısı
4- Miskin miskin yatan beyaz aslanlara araba camı korumasında yaklaşmak
5- Sincaplar da ortalıkta dolaşıp duruyordu...
6- O beyaz kuş tüm Afrika'da kutsal kabul ediliyor.
Önerilen Sayfalar:
* Güney Afrika gezisinin ilk durağı Cape Town ve Cape Town'dan trenle Joburg'a ulaşım yazıları
- Cape Town'da Yılbaşı Zamanı 6 Gün
- Cape Town - Johannesburg Tren Yolculuğu
* Safari sevenlere Nairobi'den bir yazı:
- Nairobi'de günübirlik vahşi yaşam gezisi
* Afrika'da tropikal tatil:
- Zanzibar
Tren yolculuğunu anlattığıma göre Joburg merkez tren istasyonundan başlayabilirim. Joburg'la ilgili hep aynı şeyleri duymuştuk: Dünyada suç oranı en yüksek metropol. Beyazlar sadece belli bölgelerde sokakta gezebiliyorlar. Polis arabalarının bile çalınabildiği dünyadaki tek şehir... Bütün bunlardan sonra gardan 220 Rand'e anlaşıp bindiğimiz taksinin bizi kaçırıp kaçırmayacağı konusunda çok gergin gittik otelimize. Karanlıkta bulduğumuz otelimiz de otelden çok gizli toplantılara ev sahipliği yapan bir tarikat merkezi gibiydi. Kocaman bir metal kapı, karanlıkta kapıda belirip tarikata üye miyiz değil miyiz gibi süzen çalışanlar... Girişteki metal bahçe kapısı biz geldikten 10 saniye sonra açıldı. Açılmasa sokakta taksi bulma şansımız sıfırdı. Hem tren yolculuğu hem de duyduklarımızdan o kadar gergindik ki o kapı açıldıktan sonra dahi gerginliğimiz bir süre geçmedi.
Marion Lodge Hotel, şehrin Sandown semtinde, büyük bir evden bozma sıcak bir butik otel. Bulunduğu sokak lüks, korunaklı evlerle dolu. Sahipleri Azeri kökenli İranlı bir çift. Odamıza yerleşip güzel bir uyku çektikten sonra anca kendimize geliyoruz. 2 gündür yaşadıklarımızdan sonra otelin havuzbaşında dahi geçirebiliriz uçağımız kalkana kadarki 48 saati. Neyse ki toparlayıp kahvaltı sonrası şehri tanıma turuna başlıyoruz.
Öncelikle duyduğumuz doğruymuş: Joburg şehir merkezindeki caddelerde tek bir beyazın dolaşmadığını söyleyeyim. Biz de Mandela Square dedikleri lüks alışveriş merkezi dışında sadece 500 metre yürümüşüzdür şehirde. Cape Town'dan çok farklı bir yer burası. Cape Town'da çok daha güvenli hissediyorduk kendimizi. Korkumuz ne kadar yersiz, saçma ya da haklı bilmiyorum ne yazık ki. Ama biz de taksiden inmeden ,ki bu konuda da sadece otelin taksisini kullandık, sadece güvenli denilen yerlerde geçirdik vaktimizi.
İlk günümüzde taksiye atlayıp (200 Rand ödedik - İlk gece 220 ödememiz normalmiş yani) merkezdeki gara döndük. Hop On Hop Off'ların kalkış yeri burasıydı. 150 Randlık günlük biletimizi alıp başladık gezmeye. 2 saat süren bir tam turu bitirdiğimizde gayet güzel yerler görmüş, faydalı bilgiler edinmiştik. Güney Afrika'daki City Sightseeing'lerin Türkçe dil seçeneğinin olması çok güzel. Biz çok memnun kaldık. İlk turun ardından Gandhi Meydanı'nda indik.1900'lerin başında, Hint Özgürlük Hareketini başlatmadan önce 21 yıl burada avukatlık yapıp ardından uğradığı ayrımcılıklar sonunda eşitlik ve özgürlük fikirleri kafasında şekillenip ülkesine döndüğünde Hindistan'ın bağımsızlığı için mücadeleye girişen Mahatma Gandhi, Johennesburg'da çok önemli bir şahsiyet olarak kabul ediliyor. Burada çektiğimiz bir kaç fotoğrafı müteakip Carlton Center'a yürüdük. (İşte merkezdeki tek avama karışma maceramız bundan ibarettir - bunun dışında Lordlar Kamaramızdan çıkmadık hiç.)
Carlton Center, Afrika'nın ve güney yarım kürenin en yüksek binasıymış. En tepedeki 50. katına "Top of Africa" adı verilmiş ve güzel bir Joburg manzarası sunuyor. 15 Randlık bilet alıp asansörle çıkılan Top of Africa'da lekeli camlar ardından bakınca çok da tehlikeli gözükmüyor Joburg.
Zemin katında hızlıca bir şeyler atıştırıp ilk gelen hop on hop off'u yakalıyoruz. Bir sonraki durağımız Apartheid Museum. Yaklaşık 10 günlük Güney Afrika gezisi bende Nelson Mandela ve Güney Afrika tarihine dair büyük bir merak oluşturdu. İki konuda da belgeseller ve kitaplardan bilgi edinmek dönünce ilk işim olacak. Bu müze de, Joburg'da altın bulunmasından sonra beyaz adamın önce bu toprakları sömürmesi ardından da 90'lara kadar sürecek ırkçı bir yönetim kurmasının hikayesini zenciler, Malaylar ve Hinduları da merkeze alıp anlatıyor. Apartheid rejimi sırasında beyazların ayrıcalıkları, sokaklardaki sadece beyazlara özel banklar, taksi sıraları, binalara giriş kapıları ve nüfuz cüzdanında ırkın belirtilmesi gibi uygulamalarla yüzleşmek çok sarsıcı. (Bu arada Türkiye'deki nüfus cüzdanlarında yer alan Din hanesi de dünyanın diğer yerlerinde kime göstersem sanki Irk hanesi varmış gibi bir tepkiyle karşılandı, belirteyim.)
Apartheid Museum'un kurulma hikayesi yan taraftaki Gold Reef City'nin kurulmasına dayanıyormuş. Buradaki eski maden sahası üzerine, içinde kumarhane de olan bir tema parkı kurma projesi geliştirilirken proje kapsamında yan tarafa Apartheid Museum da inşa edilmiş. Bir süre sonra Gold Reef Center'dan ayrılıp kar amacı gütmeyen bir yapıya dönüştürülen müze şu an bağışlarla varlığını sürdürüyormuş.
Hop On Hop Off turu boyunca üstünden geçeceğiniz Mandela Bridge de Boğaz'daki asma köprülerin küçük bir versiyonu. Herhangi bir deniz, göl, nehir kenarına kurulmamış olan Joburg'daki bu köprü, demir yollarını kateden trafik rahatlasın diye inşa edilmiş. Gezi boyunca görebileceğiniz diğer duraklar arasında, biz gezerken kapalı olan iki müze de vardı: İlki SAB Bira Müzesi. Miller'ı da üreten, dünyanın en büyük bira firmalarından biri olan SAB (South Africa Brewery) Güney Afrika merkezli bir firmaymış. Diğer kapalı müzeyse Origins Center - Afrika'dan tüm dünyaya yayılan insan neslinin kara kıtada keşfedilmiş ender fosillerini tanıtan müze. Aslen hepimiz Afrikalı olsak da zamanla renk farkını bahane ederek kendini üstün gösteren insanların durumlarına gülmek için bile ziyaret edilebilirdi bu müze. (Rengi farklı olmasa gözü büyük, olmadı boyu kısa, o olmadı zekası geri, hiç olmadı dili farklı diyecek yine kendini üstün gösterip ayrımcılık yaratmaya ve sonucunda sömürmeye kalkacaktı bu topraklara ayak basanlar orası da kesin...) Etiyopya Ulusal Müzesi'nde gördüğüm örneklerden sonra bu müzeyi keyifle gezmek çok hoşuma giderdi. Keza şehrin dışında bu fosillerin bulunduğu mağaralara yapılan turlar da varmış; onlara katılmak da isterdim. Bir daha yolum düşerse mutlaka bunu göz önünde bulundurayım.
Joburg'a gelip hop on hop off'a binmeye karar verdiyseniz Soweto turunu da satın alabilirsiniz. Ne yazık ki akşam 17.30'da son otobüsün gara dönmesiyle hop on hop off seferleri son buluyor. Biz de sabah erkenden başlayamadık gezmeye. O yüzden, zamanında madende çalıştırılan zencilerin yerleşmesi için inşa edilen ancak Joburg'un hızla gelişmesiyle onla birleşen Soweto (Adı South West Town - Güney Batı Kasabası'ndan geliyor) turuna katılamıyor, Mandela'nın Evini göremiyoruz.
Dönüşte, otel taksimizle Mandela Square'e geçiyoruz - şehirde güvenli bildiğimiz tek yere. Joburg'da en çok bu güvensiz ortamın hissettirdiklerini hatırlayacağım. Zenci - beyaz ayrımı gibi görünse de temelinde gelir dağılımında var olan büyük uçurumu barındıran bu ortam yüzünden üniversite kampüsleri bile yüksek bahçe duvarlarının üstüne gerilmiş elektrikli tellerle ve bolca kamerayla korunuyor. Bizde hayatlarını güvenlikli sitelerde geçirmeye kalkan insanların durumu da benzer aslında: Tehlikeyi dışarıda bırakmaya çalışırken kendini küçücük bir alana hapsetmek. Dışardaki fakirlik aslında içerdekilerin hayatında da o kadar büyük bir problemi ki...
Mandela Square'e gidene kadar gerçekten bir meydana gideceğimizi sanıyorduk. Oysa burası devasa Sandton City Alışveriş Merkezi'nin bir bölümüymüş. Mandela heykeli dikilene kadar Sandton Meydanı adı verilirken heykelden sonra Mandela Square denmeye başlanmış AVM'nin ortasındaki, kafeler ve restoranlarla çevrili bu alana. AVM dışında yürünecek sokaklar, dolaşılacak caddeler yok ne yazık ki. (Ya da var da biz bulamadık - gözümüz kesmedi diyelim, bilemiyorum.) Pazar günü akşam 6'da bütün mağazalar kapanıyor AVM'de. (Pazartesi günü de 7'de kapandılar.) Kafeler ve restoranlar açıktı ama. Joburg Hard Rock Cafe de bu meydanda, gitmek isteyene duyurulur. Beyaz ya da zenci fark etmeden ekonomik durumu iyi olanların vakit geçirdiği bir yer burası. Olayın ırk değil ekonomik temelli olduğunu en güzel burada anlıyorsunuz. Fakir beyaz yok tabii buralarda ama olsa onlar da bu ayrımcılıktan paylarını alacaklardı belli ki. Bugünlük bu kadar yeter deyip erkenden döndük biz de otelimize.
Şehirdeki ikinci günümüzü safariye ayırdık. Joburg Hayvanat Bahçesi'nde kafesler arkasındaki hayvanları görmeye içim elvermediği için şehrin dışında, geniş bir korunaklı parkta yaşayan hayvanları görmeye gittik otelin taksisiyle. Keşke bu geziyi bir turla biraz daha uzaktaki Krugerpark'a yapsaydık dedik ama ne yazık ki seçimimizi otelin taksisiyle Rhino&Lion Park'tan yana kullanmıştık. Yine de aramızda otomobilin camının korumasında 1 metre mesafe varken miskin miskin yatan beyaz aslanı, otların arasında yiyecek toplayan sincabı, Afrikalıların kutsal saydığı beyaz ve ismini bilmediğim upuzun kuyruklu siyah kuşu, deve kuşlarını, antilopları ve vahşi domuzları görmek enteresan bir tecrübeydi. Yine de siz giderseniz tur ayarlayın.
Dönüşte yine Joburg'a gelen çoğu turistin yaptığı gibi Sandton City AVM'sine gidip takıldık. Bilmemek ne kötü; insanı bu tüketim toplumunun kalelerine hapsediyor.
Johennesburg turumuz bu şekilde bitti. Dönüşte havaalanına Gautrain'le gidelim dedik. Taksi 450 istemişti biz 100 Rand ödeyip Sandton'daki Gautrain İstasyonuna gidip kişi başına 150 Randlık biletlerden alıp totalde 400 Rand'a O. R. Tambo Havaalanına ulaştık. Şehir içi toplu taşımanın bu kadar pahalı olduğu bir yer daha var mıdır acaba? Taksiyle aynı fiyata tren yolculuğu... (O verilen kartların depositosunu da ödemiyorlarmış, haberiniz olsun.) Şehre taksiyle ulaşım iki ve üstü kişi için daha mantıklı olabilir, belirteyim.
Uçağa binip dönerken Güney Afrika'yı tanımaktan mutlu ama yorgundum. Vakit sınırı olmayan Backpacker olsaydım Buzbus denilen hostel shuttle'ıyla şehirden şehire takılırdım herhalde Cape Town'dan itibaren. Keza yataklı tren olsa Cape Town - Joburg yolu da çok eğlenceli olabilirdi. Johannesburg'da ne yapılırı ben de çözemedim; bilen biri çıkar, bana da anlatırsa sevinirim.
Fotoğraf Listesi:
1- Safaride gördüğüm, uzun kuyruklu, ismini bilmediğim kuş (Bilenler yazsın lütfen yorum kısmına.)
2- Carlton Center'ın zirvesinden Joburg
3- Safari yaptığımız parka giriş kapısı
4- Miskin miskin yatan beyaz aslanlara araba camı korumasında yaklaşmak
5- Sincaplar da ortalıkta dolaşıp duruyordu...
6- O beyaz kuş tüm Afrika'da kutsal kabul ediliyor.
Önerilen Sayfalar:
* Güney Afrika gezisinin ilk durağı Cape Town ve Cape Town'dan trenle Joburg'a ulaşım yazıları
- Cape Town'da Yılbaşı Zamanı 6 Gün
- Cape Town - Johannesburg Tren Yolculuğu
* Safari sevenlere Nairobi'den bir yazı:
- Nairobi'de günübirlik vahşi yaşam gezisi
* Afrika'da tropikal tatil:
- Zanzibar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder